27 Kasım 2011 Pazar

Oldu mu?

"Ne güzel, bugün sevinçli, güzel şeyler yazabileceğim." diyordum. Taa ki, telefonla şaşkınlığım tavan yapana kadar. 

Sabah Ales'e girdim. Elimi kolumu sallaya sallaya. Ne telefon ne cüzdan ne de başka bir şey. Tuhaftı. 
Sınavım iyi geçti. İnşaallah geçen seneki puanımdan (85) yüksek gelir de faydalı bir şey yapmanın mutluluğunu yaşarım. Sınavdan sonra pizza yedik. Telefon olmayınca H. 'ye ulaşamadım. Onu sinemaya çağıramadım. Şafak Vakti'ni izledik sonunda, artık susmuş oldu. Allah'ım Bella nasıldı öyle??!! Makyajla ne hale getirmişler kızı, bir soğudum bir soğudum, zaten sevmiyordum bir daha soğudum. Kötü halini bulamadım ama bir anda nur indi yüzüne. :P 


Ardından utancımdan gidemediğim dershaneye nihayetinde gidebildim, kaç ay sonra. Bıraktığım gibiler. Hocalarımda aynı samimiyeti ve sıcaklığı hissettim. Yardımcı oldular. Bir set kitap aldım. NT'dekinin neredeyse yarı fiyatına. Arkadaşlarımı gördüm. En alakasız, en bilgisiz kişilerin dershanede çalıştığını öğrendim. Tuhatfı. Moralim bozuldu. Tekrar ve daha iyi hazırlanmamın gerekmesi, çalışan arkadaşları görmem, hevesleri... Kendimle yüzleştim, ama hazır değildim. Hala yüksek lisans için ümidim var. Ne olur bana yeni bir kapı aç Allah'ım. Hak ettiğimi avuçlarıma bırak Allah'ım. Sabrımın, emeğimin karşılığı ver ne olur...

Eve geldim, geceki uykusuzluğumu giderdim ama yetmedi. Duş aldım. Ev ahalisine çay koydum. 

Ardından telefon. Keyfimi kaçırdı. Halam ve kocası gelmişler, tartışmışlar yine. Kışkırtmalar, şizofrenik senaryolar derken, dayanamamış bağırmış çağırmış. Küfür etmiş, evden kovmuş. Adam da onu kovmuş, evi boşaltın diye. Nasıl üzüldüm. Yanında olsaydım... 

Yanında olsaydım sinirlerine hakim olurdu. Kendini tutardı. Böyle yapmazdı. Benim gelmemi, yokluğumu beklemiş gibi oluvermiş her şey. Düzeltilecek gibi değil sanırım. Şu an ne yapıyor, ne hissediyor acaba?.. Her şeye rağmen "nasılsın?" diye yazdım msn'de. İşe yaramasa da yanında olduğumu bilir. Her şeyi yoluna koymaya çalışırken hep bir şeyler ters gidiyor. Üzülüyorum, kıyamıyorum. Beni harcamasına rağmen yüzü gülsün istiyorum. Onun sivri, kırıcı diline rağmen... Şöyle yanımda olsa da sinirim çıkana kadar ağzını burnunu kırsam. Öldürene kadar... Sonra ne halt ediyorsa etsin. 




Off... Mutluluk kırıntıların kalmadı.
Güzel günlere gözünü aç. Ben yanında olmasam da...



25 Kasım 2011 Cuma

Korku

Ben geldim. Yine... Yine uzun bir zamandan sonra. Yazacağım o kadar güzel şeyler vardı ki, son hissettiklerim hepsini yerle bir etti, değersizleştirdi. Pek fazla yazacak bir şey kalmadı. Maalesef.



Geçen Cumartesi ehliyet sınavına girdim. Sonunda. İnanılmaz derecede sakindim, o dondurucu soğuğa rağmen. Geri giderken hocama içimden sayıp sövsem de iyiydi sürüşüm. Çok şükür geçtim. İki gündür de emniyette sürücü belgesini çıkartmak için uğraşıyoruz. Onu da bugün alabildim. Bu maceranın da sonuna geldik. Ablam da geçti ama o daha başvurmadı. Sınav günü bir bayan -çalışmalara hiç katılmadığı halde- bir cesaretle bindi. Biner binmez gazı kökledi. "Eyvahh!" dedi herkes. Neyse zar zor kalktı. Dönüşte bir de ne görelim?! Direksiyondan müfettiş iniverdi. Kız da yan koltukta. Anladık ki, indirmiş yarı yolda adam, sabredememiş. O arada ayak üstü konuştuğum çocuk da kızın abisi çıktı. :D İki dakika içinde bana gözlerimin ne kadar güzel olduğunu vs. söylerken ben ağzımı açıp tek kelime edemedim. Alakasız, hiç beklemediğim bir anda bir erkek benden hoşlandı. Tuhaf. Ben sınavdan sonra kantinde çay içerek ısınmaya çalışırken ben gidene kadar karşı masada oturup beni izledi. Ama üzgünüm. Ne vaktiydi ne de karşılığı olabilirdi.

B. Hocama bir kutu çikolata gönderme fikrim de engellendi. O kadar nazımı çekti, aynasını düşürdüm ama bir "teşekkür etme" şansım olmadı. Neyse, hakkını helal eder umarım...


"Canımmm." dediğiniz insanın yüzünde bir maske. Sizin karşınızda mutlu görünmeye çalışıyor. Size düşmanıymış gibi davranıyor. Kendi hayatıyla sizin hayatınızı kıyaslıyor, yarıştırıyor. Sizin mutsuzluğunuzu kendisine mutluluk kaynağı yapıyor. Ve de inanamıyorsunuz, o adamı nasıl sevdiniz?!! O fikirler nasıl ondan çıkıyor?!! Bilerek seni ezmeye çalışıyor. Ki zaten başkaları tarafından her olay, durum ve düşünce çarpıtılarak, abartılarak ortaya getirilirken neye güveneceğinizi bilemiyorsunuz. "Rabbim bana güç ver, sabır ver." dedikçe gözyaşının akmasını engellemeye çalışıyorsunuz. Bencillik onu bu kadar hapsetmişken... Siz "yeter ki mutlu ol." diye çekilirken o sizin üzüntünüzü kendisine meze yapıyor. Beraberken öyle de, ayrıyken niye böyle... Nefret etmek istiyorum, istiyorum, istiyorum... 


Ama işine gelince, yüzü gülünce de değişiveriyor. Hangi haline uyum sağlayacaksınız ki? Dengeler birden değişiverirken hangisine inanacaksınız? Az süslendiğimde sırtımdan itekleyerek kızdığını belli ediyor, normalde dokunmaya karşı iken. Yerde oturmama gönlü elvermediğinde de tacımı çekebiliyor. 


Ne yapacağımı bilmiyorum. Ama görüyorum ki, onun hayatının hiçbir parçasında bana yer yok. Yaptığı planlarda bana ait hiçbir iz yok. Villa yapacağım sana dediği evi, başkası için yapacak ve ben sadece bakakalacağım. En basiti. Öyle "Senin için" "Ölürüm sana." "Sensiz yaşayamam." lar hep yalan, hep masal. İnanacak varsa gözü aşktan görmüyordur bir şeyi ki inanıyordur. Bal gibi yaşar, yaşıyor. Senin dalın kırılıyor, ama o tutunacak bir dal mutlaka buluyor. 


Yemek yerken gözlerimiz birleşiyor. Tabağıma dönüyorum. O da dönmek zorunda kalıyor. Bana yaptığı gibi... 


Acaba hiç mi sızı hissetmiyor? Kalbi buz tutmuş olabilir mi gerçekten?!!








Korkuyorum. 
Olmayacaklardan.

13 Kasım 2011 Pazar

Çantam



Bu da günün ikinci yazısı. Ne yapalım, ne zamandır yazmıyorum, sadece okuyordum. Elim varmıyordu, bir isteksizlik bir isteksizlik. Bulmuşken bu şevki kaçırmamak lazım diye düşündüm. Hatta üçüncüsü de gelebilir. Hem haftaya yoğun olacağım, o zamana bu yazılarım iyice demlenir. Belki yazacak bir şeylerim olur sonrası için de. 


Mevzu: Çantam.


İlk mim'lendiğimde ve arkadaş sayım artmaya başladığında kafamda bir fikir oluştu. Çantamızda neler var diye yazılabilir diye. Ama kimseye söylemedim. Evet, aradan birkaç gün geçince bir de baktım ki... Aynı konulu mim dolaşıyor. Mimlendim mi bilmiyorum ama zihnimden geçirdiğim ve böyle bir tesadüfle karşılaştığım için az da olsa paylaşmak istedim. (Arkadaki hoparlör de çıkmasa iyiymiş. :) ) Bakalım neler varmış;








Öncelikle bu çantamı çok seviyorum. Geçen Nisan ayında almıştım. Babam memnun olmasa da ısrarla almıştım. Sanırım içi yanmıştı verdiğim paraya. Hem çok severek kullanıyorum hem de kullanmaya kıyamıyorum. Kızların haricinde dershanede erkekler bile sevmişti, "Timsah derisi mi?" diye bile soran olmuştu. Hiç eskimese keşke.

Cüzdanımı yazın değiştirdim. Hala alışamadım gözlerine. Bozuk paracıklarım kayıp kayıp geliyor. Hala resimlerimi yerleştiremedim ama.

Not defterim ve kalemim de olmazsa olmazım. Birbirinden alakasız notlar sadece onun sayfalarında. 

Telefonum. Kılıfı da bir yerlerde olmalı ama görünmüyor.

Küçük şişe parfümüm, Urban. Onu kullanmaya da kıyamıyorum. Çiçek kokulu. 

Anahtarlığım ve anahtarlarım. Anahtarlığımı arkadaşım Sivas'tan getirmişti. Bir de kalem vardı üzerinde ismim yazan ve de ayna. Hepsi Sivas hatırasıydı.

Yazdan beri KPSS cep kitaplarımın yerini alan dua ve hadis kartelalarım. Beni rahatlattığına inanıyorum.

Zikirmatik'im. :)

Kokusunu sevmediğim el jelim. Çok işe yarıyor. 

Hala tek parça halinde olan kulaklığım. Gerçi yerinde duramamış burada yine.

Veee gözüm gibi koruduğum, sakladığım, kötü zamanlarım için ayırdığım değerli Elit bayram şekerim. 
Stick antepfıstıklı çikolatadan da eksik olmaz çantamda. Ama kalmamış.

Bunların haricinde uzun yere gidiyorsam da tabi ki kitabım.


Benden de böyle dostlarım. Zaten renk mimini yazamayacağımı söylemiştim. 
Bunu onun yerine kabul ediverin. ;)









Makarna

Bu yazım sevgili Nabrut ve Seyhan'a armağanımdır!
Neden mi? 
"Pasta" isimli Güney Kore dizisine sarmama, o görüntülere dayanamayıp 4.bölüm itibarı ile makarna yapmaya karar vermeme ve bence bu güzel fotoğrafı çekebilmeme neden oldukları için! Bu fotoğraf da onlara hediyem. :D




Arkadaşların yorumu üzerine başlamaya karar verdiğim bir dizi Pasta yani Makarna. İlk Güney Kore dizi maceram. Daha 4.bölümdeyim fakat dayanamadım yazmaya karar verdim. Onlar makarnanın tadına elleriyle baktıkça soğumadım desem yalan olur ama kızın gösterdiği çaba bana da aksetti sanırım. Onlar gibi süsleyebildim mi? Hayır! Tava sallamak o kadar kolay mı? Hayır! E napalım, bizim yaptığımız da bu kadar. Babam yediğimizi görmek istemese de, annemle benim için uzun süreden sonra iyi bir makarna ziyafeti oldu. Malum, evdeyim. Bir de bu dizi ile iştaha gelince, yine mutfakta geçti zamanım. 


Zaten sabahın 7'sinden 3'e kadar elektrikler kesikti tüm M.'da. Elektrikler yokken, markete çıktık, kuaföre baktım, saçımı kestiremeden geldim. Elektrik yok ya, kendilerine tatil ilan ettiler sanırsam. Ardından keskin soğuğu yeyip eve gelince başladım makarna yapmaya. Gözlemlerimi denemek için iyi bir fırsat oldu. Yaparken de diziyi hatırlayarak güldüm. Tabi bizim turşumuz şekerle falan yapılmıyor. Halis mulis anne yapımı ev turşusu. Sirkeli yani.


Benim en çok hoşuma giden Sos Şefi oldu. Sanki annesi veya babası Türk gibi. :D  



Kızımız da kendine biraz baksa keşke. 
Saçlar falan, perişan gösteriyor. Ama azmine hayran oldum. 




Genellemek istemem ama, aile yaşantısı hiç hoşuma gitmedi. Hep Avrupa'yı bu bakımdan çökmüş olarak düşünürken, bu dizi ile Güney Kore için de aynı olduğuna inandım. Ya da dizi itibarıyla öyleydi. 

Şimdilik eğlenceli gidiyor. Konuşurken son heceleri (bana göre) hep yalvarma veya azarlama şeklinde çıkıyor. Bu da bana farklı geliyor. :D 

Diğer kız daha tatlı. Gamzeleriyle çok hoş duruyor. Maşaallah. :)
İsimlerini bilemiyorum, kusura bakmayın.


Şimdilik bu kadar olsun.
Bakalım ilerleyen zamanlarda midyeye falan heveslenirsem. :p
Şaka. 





10 Kasım 2011 Perşembe

Eritme Potası



Her tabak, bardak, kaşık, çatal, bıçak vs, yani her kap-kacak ömrü hayatında en az bir kere bulaşık makinesinde yıkanma lüksünü yaşamalı! Tabi annem gibi bayanlar engel olmazsa. "Dur, şunu da elimde yıkayayım, dur, şu lazım oluyor, bekletme." Halbuki her mutfak gerecinden en az iki tane var evde. Babam zaten kızıyor bu mevzuya da ben de ifrit oluyorum. Ben bir güzel makineye diziyorum, aradan bir iki saat geçiyor, bir bakıyorum, makine boş!! Üşenmemiş, erinmemiş makineden bir bir çıkarmış, yıkamış. Benim dizerken harcadığım emeğe ve zamana yazık anacım. 




Bu gidişe bir dur denmeli!! Makineyi şifreli, kilitli hale getirtireceğim o zaman görecek çıkarmayı. Bırak da bu zevki yaşasınlar. Sizin zamanınızda bulaşık makinesi mi vardı sizden başka. Sindiremiyor kadıncağız, çıkardığım en mantıklı, en psikolojik sonuç bu oldu. Haydi hayırlısı...






Ben bu ipad'in... diyeceğim ama lafın ucu er geç Steve Jobs'a dokunur, ki ölünün arkasından konuşmak istemiyorum. Aleti bir güncelleyelim dedim, sinir krizleri yaşattı bana. Önce bilgisayara yedekleyecekmiş de, sonra güncelleyecekmiş. Bulursan bilgisayarımda boş yer, yedekle. Artık silmiş gibi yaptım da. Tabi sonradan geri yükledim. Tabi bu arada tüm programlar, uygulamalar, müzikler, videolar uçmuş, onları tekrar bul, yükle, indir vs vs vs. Teknolojinin sinir edeni de hiç çekilmiyor dostlar. Fazla akıl mı yapıyor ne?!!




Resim Steve'in mi bilmiyorum ama, gençken yakışıklı adammışsın vesselam. :) Nur içinde yatasın.




(Biraz önce 10 Kasım ve Atatürk hakkında bir şeyler karaladım ama yayınlamaktan vazgeçtim. Böyle özel günlerde, anlamlı günlerde ne yazsam eksik gibi geliyor. Zaten zar zor yayınlıyorum yazdıklarımı, bir güç beni ele geçirip silmeden. Bu post'un sonu ne olur, onu da bilemiyorum.)




Bugünlerde pek bir hamarat oldum, sormayın. Yaptığım kekleri, pastaları yiyenler "Hazır mı?" diye soruyor. He, hazır. Sanki hazır olunca pek bir iyi oluyor ya. 




Komşu teyzelerim vardı bugün. Beni yıllardır görmemişler gibi pek bir süzdüler, sağ olsunlar. Ama şunu anlatmazsam ölürüm; :D hatırladıkça gülüyorum. Bizim karşı dairenin üç-beş tane oğlu var. Yani hala adlarını, ne iş yaptıklarını bilmem ama en küçüğü hatırlıyorum. O da yurt dışında mı ne. Bilmiyorum çünkü ne onlar burada çok duruyorlar ne de ben öyle ortaya çıkarım. Ramazan'dan önce bizim üst daire kiralıktı ve babam ilgileniyordu, sahibi Alamancı. :) Gelen giden hep bizim zile basıyor. Ben de megafondan yönlendiriyordum milleti. Sonra bir gün zil çaldı. İki erkek. Açtım, "Buyurun, kimsiniz?" deyince biri dedi ki, "Ben karşı komşunuzum." O anda rezil oldum, yanındaki de arkadaşı mı ne. Demiştir içinden kesin, "Nasıl komşudur bu böyle?" Napim, nerde okudu kimbilir. Ben de üste çıkacağım ya, "Hımm, pardon. Üst kat kiralık, onun için geliyorlar da, sizi de öyle sandım." dedim. Demez olaydım. "Zaten öyle." demez mi. Meğer arkadaşları için tutuyormuş. Bildiğiniz komedi rezalet... Babamın telefon numarasını istedi, verdim de gittiler. Tabi içeride Ş. vardı o gün, içeri girince başladık gülmeye. Koptuk. 


Bu arada kekimin görüntüsü de bizzat yukarıdaki gibi. Pek çok beğeni topladı.




Sağolsun, crazywomenrosemary renk mim'inde beni de mimlemiş ama, üzgünüm. Cevap veremeyeceğim. Bloggerlar arasında en yenilerden biriyim. Çok fazla tanıdığım yok. Görüştümü de. Henüz tanaışma, takip etme aşamasında olduğumdan dolayı ruh ve renkleri konusunda ortaya bir şeyler çıkaracağımı sanmıyorum. Bir dahaki sefere inşaallah.


Okuyacak kitabım kalmadı ve psikolojim bozuldu. Netin başında fazla oturmak zaten sıkıyor artık iyice. Yarın K.'e gidersem kitapçıyı zengin edip geleceğim kesin. 


Sıkıldığımdan mıdır, okuduğum kitapları ajandama da not edemiyorum artık. Blogumda okuduğum kitaplar ve filmler hakkında özellikle yazmak istiyordum ama kısmet olmuyor. Eksikliğini hissediyorum ama.






Bu ara arkadaşlığın, dostluğun eksikliğini çok hissediyorum. Yalnızım. Resmen. Elbette görüştüğüm arkadaşlarım var ama hiç, istediğim gibi bir arkadaşım oldu. Üniversitede de, lisede de elbette oldu ama ömür boyu yanımda olacak, çat kapısına dayanabileceğim, kapıma dayanabilecek, gecenin üçünde arayabileceğim, aramızda sıfır mesafenin olduğu, çok samimi arkadaşım olmadı. Olanlar da şu an yanımda değiller. Neyse. Yoluma bakayım, düşündükçe batarım ben şimdi. Biraz da ailemle olayım. 


İlginç olan şu ki, post'uma başlık bulamadım. Aklıma "sentez, ortaya karışık" gibi şeyler geldi. Ardından da lisedeki edebiyat hocam. "Bir potada eritmek" lafını çok kullanırdı. İşte, "Türk edebiyatını ve İslamî edebiyatı bir potada eritmiş." "Doğu ile batıyı aynı potada eriten bir yazarımızdır." vs. Çok gülerdik içimizden. Tabi saf aklımızla basketbol potası gelirdi gözümüzün önüne. İlk çağrışım. Ne bilelim. Üniversitede fark ettik ki, bu tabiri biz de çok sık kullanıyoruz. Sayın ki, tüm bu yazdıklarımı aynı potada eritiyorum. Nokta.



8 Kasım 2011 Salı

İhanet



İHANET

Nöbet değiştirme vakti.
Yelkovan alıyor bu sefer altmış saniyelik bekleyişin sonunda silahı eline.
Sıra onda.
Alıyor nişanını.
Akrep düşman, yelkovan onun maşası.
Bana ittifak iki hain düşman.
Ağır bir antlaşma imzaladık vakt-i ezelde.
İki medeni düşman gibi.
Ama dayanamadılar zaman içinde.
Bana inat, yaptığımız anlaşmaya inat.
Ne olurdu kıpırdamasanız?!
Dursaydınız yerinizde.
Durmadınız afacan çocuklar gibi oturduğunuz duvarda.
Ya da azılı düşman gibi savaş istedi canınız.
Can yakmak, kan dökmek, birilerinin canını acıtmak…
Doğru!..
Haklısınız belki de, yaradılışınızın gayesi bu.
Siz akacaksınız, biz âdemoğlu da yaşayacaktık.
Sayenizde yaşadığımızın farkına varacaktık.
Pişmanlıklarımızı,”keşke”lerimizi fark edecektik.
Tarihi eskitecek, yarına hazır olacaktık…

Uymadınız işte anlaşmaya.
Medeni olamadınız!
Akrep ve yelkovan;
Hem bana iki dost “düşman”dınız,
Hem de kendi aranızda yarışan çıkarcı düşünceler.
Sadece banaydı hainliğiniz, ortaklığınız.

Benim de ebede dayanan hayallerim vardı.
O Kutlu Yemin anından itibaren ruhum sözünü tutmakta.
Ruh’um hayat bulduğu andan beri.
Ahh! Zaman…
Bu yürek o elzem acıları yaşamasaydı,
Sana değildi isyanım.
Bana kin duyan, silahını şakağıma dayamak için can atan onca şey vardı ki…
İşte!..
Sana kaçtım ben.
Sığınacağım tek kavram sendin.
Sana güvendim.
Kederlerimi, acılarımı, üzüntülerimi seninle paylaştım.
Hele de anın zifiriliğinde.
Yalnızlığın harmanında.
Ama ihanet ettin.
Sen duracaktın, ben duracaktım…
İhanet!
Sana da bu yakışırdı zaten… 




R.







4 Kasım 2011 Cuma

Sanırım Yazma Vakti!!





Eveeeet, ben geldim!


Nihayet yaklaşık bir aydan sonra evdeyim. K.'de bir ay içerisinde çok şey yaşadım, gördüm, duydum, okudum; ve büyüdüm ama yazmaya değer olmadıklarını düşünmemden dolayı -ki mükemmelliyetçi tarafım bu noktada devreye giriyor işte- yazamamıştım. Şimdi de neleri yazsam diye düşünmüyor değilim. Ama herkesi takip ettim, kaçırmadım yani.


Maalesef Van depremi ile yürekler yandı, meslektaşlarım stajyerken enkaz altında kaldı, bebekler kurtarıldı, babalar kurtarılamadı. Yetmedi hainlerin bundan ders alması gerekirken yapılan yardımları yağmalamayı tercih etmeleri bir kez daha kalplerinin kararmış olduğunu düşündürdü. Kimileri çok sevindi kimileri bir yardım eli oldu, ama sonuç olarak toplu bir sınav verdik. Dilerim ıslah edilmesi gerekenler için bir ders olur, masum yürekler de şehit mertebesine erer. Kalanlar da sabır sınavını başarıyla geçer.


Bunun ardından devlet baba(!) -evet tam da burada bir ünlem koyuyorum, çünkü hangi baba "Atanamıyorsa başka iş bulsun." diyerek okuduğumuz dört yılı, verilen emekleri bir çırpıda siler atar??!!- Van için 800 öğretmen ataması yaptı, tabi 20 tane Türkçeci kime yeter... 


En eğlenceli vakit, ehliyet kursunda geçti. Hocam sağ olsun inanılmaz sakindi, gençti ve herhalde bu yüzden de anlayışlıydı, yaşıtım diyebilirim. Komikti, samimiydi. Rahat hissettim kendimi yanında. İyi bir arkadaş bile olduk. Bana "Bayan Hız Abidesi" diyor :)  Ben diğer bayanları da benim gibi hızlı gidiyor sanmıştım ama meğer vites değiştirmemek için yavaş yavaş gidiyorlarmış. Bana "İstersen drift yapalım." dedi, çok güldüm. Ayrılırken de "Bayram şekerimi unutma, küsüşürüz." diye sıkı sıkı tembihledi. Ama çok az sürmekten şikayetçiydim ben. Bindiğimle indiğim bir oluyordu. Arada bir bana fazladan tur attırsa da, sınav turu diye adlandırdığı son turda acısını çıkardı. Babamdan araba istemeye başladım. Ama ciddi olmadığımı sanıyor. Halbuki çok ciddiyim, başladığımdan hevesliyim. Tabi bunda ablamın da katkısı oldu. İnşallah kendi arabama sahip olduğumda göstereceğim kendimi. 


Ben kendimi çektiğimden beri ne kadar oldu bilmiyorum ama köye gittiğimizde M'nin arabası bozuldu. Tepedeyiz ve benzin yüklememiş, saatlerce köylüden yardım bekledi. Sonra K.'de telefonu tuvalete düşmüş. :) Benimki düştüğünde nasıl dalga geçmişti benimle. Rabbim büyük, kınadığını yaşamadan ölmezsin yargısı burada hayat buldu. Ardından arabanın istediği gibi olmadığını fark etti, -sabırsızca almıştı çünkü- satılık ilanı vermiş nete. O yetmedi havaalanına giderken arabanın camı sağdan sola boylu boyunca çatlamış. Aksilikler peşini bırakmıyor. Ben de artık çabalamaktan vazgeçtim. Beklenti düzeyim yüksek olduğu için üzülen ben oluyordum, ama serbest bıraktım artık. Nasıl olsa her şey olacağına varıyor. Güvenimi kaybetti, inancımı kaybetti. Allah sonumuzu hayır etsin ama artık daha rahatım. Hayatı kendime zindan etmemin bir anlamı yok, herkes kendine yapıyor. Her şey bizim içimizde. Benden beklediği neşeyi, enerjiyi onun için değil artık kendim için yaşıyorum.



Ş. aradı, "Ben Erzurum'a gitmeden görüşelim mi?" dedi. İnşaallah, bir engel çıkmazsa bayramda gideceğim yanlarına. H. de gelecek ve tabi ki O da. :) Arabaya nasıl sürüyorum bir de O görecek, bakalım beğenecek mi... 



Eve geldiğimin ertesi günü temizliğe giriştik. Malım annem ameliyat oldu, tüm iş bana kaldı. Yapmadığım temizliği yaptım, her yerim ağrıyor. Ama yorulunca üç kase çorbayı nasıl içiverdim babam bile şaşırdı. Annem de "Bundan sonra sen hep çalış." diyerek işi lehine çevirmeye çalıştı. :)  


ALES'e pek fazla bakamadım ama unutmamışım pek bir şeyi zaten. Şubat ataması yok deniyor ama ehliyet kursu bitince boşluğa düşeceğim sanırım. Artık mesleğimi elime almak istiyorum, hak ettiğimi, istiyorum. Ömer Dinçer "Atanamıyorsan başka iş bul." demiş, nasıl sinir oldum. Nimet Ç.yi aratıyor. Tamam, radikal, hedefleri uzun vadeli. Fakat binlerce üniversiteliyi dört yıl boyunca okutup da başka iş bul demesi trajikomik bir durum. Kasım'da 8 bin personel alınacakmış. Bakalım öğretmenliğe yetmeyen mali bütçe başka nelere yetecek...


Yılmaz Özdil'in gazete yazılarını takip edemiyorum ama kitabını okuyorum bu ara: İsim, Şehir, Hayvan. Türkiye gerçeğini kinayeli bir mizahla ifade etmiş. Az ve öz. Güldüğüm çok yer var. Zekice, düşünülmesi gereken noktalar var. Bana biraz uzak gelebilir düşünceleri fakat üzerinde durmam gereken bir bakış açısı olduğunu düşünüyorum. Kelime oyunlarının bolluğu zaten beni kendine çekiyor.


O, beni Lost'a sardırdı, oturunca kalkamıyorum başından. How I Met'i de özledim ama.


Keşke durumum biraz daha farklı olsaydı da vaktimi daha iyi değerlendirebilseydim. Bazı kararları başkalarının almasına izin verdiğim için çok pişmanım ama göreceğim varmış demek ki. Kısmet... Ki kısmet, bir kere daha inancımı güçlendirdi. 26. tercihimde Türkiye'nin her yeri dahildi. Van da... Günlerce üzüldüğüm şey, şimdi şükrettiriyor. Vardır her şeyde bir hayır. Ama M. gibi de, ağız alışkanlığı olarak demiyorum bunu, tüm kalbimle; hayırlı olsun...


Oradan buradan, çok dağınık yazdım ama umarım sıkıcı olmamıştır. Uzun bir zamanın birikimi ve süzgeçten geçmiş kısmı bunlar.


Bu arada yabancı müzik anlayışım olmadığını fark ettim. Bir Türkçeci, dilci olarak yıllardır kendimi koruduğumdan mı yoksa etrafımda da çok dinleyen olmadığından mı bilmem. Yeni şarkı mimlerini takip ederken farkına vardım. :)







Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...