22 Ekim 2011 Cumartesi

Sayıklamalar II



R: Üzerindeki ceket seni "daha" genç göstermiş.  (Kartal'ın arka sokaklarında dolaştığımız gecedeki gibi, otobüste birbirimizin gözüne bakarken eridiğimizdeki gibi, abim, arkadaşım, annem-babam oldun bana dediğim zamanki gibi...)
M: Zaten gencim.
R: "Daha" dedim zaten.  (İçinde neler kopuyor bilememek ne fena, ama bir o kadar da bağımlı yapacak kadar hayata tutunduracak güçte. Bilmesem de, kendimi çektiğimde uzaktan sevmek daha bir ayrı. Benim düşüncemden mi ibaret misin sadece, onu zaman gösterecek...)


***


B: ...................................................... Bu saç ki. 
M: R'nin saçıdır kesin.  (Benim saçımın rengini ayırt edecek dikkate sahipsin. Ama nedense "saçımın teline, döktüğüm gözyaşına kurban ol!" dediğim zamanlar geliyor aklıma.  


***


İnsanlar bu enerjiyi nereden, nasıl buluyor çok merak ediyorum. Benim evden çıkasım gelmedikçe herkes kendini dışarıya atıyor sanırım. Artık işlerinin yanında hangi dertlere, sorunlara sahipler ki, soluğu dışarıda alıyorlar. Bugün bir kez daha büyüdüğümü hissettim, bu büyük şehir ile beraber.


***


Ehliyet sınavım vardı bugün. Girdiğim okulda onlarca insan trafiğe çıkmak için hazır bekliyormuş gibi. 


***


Şehitlerimiz için bir "Fatiha"yı esirgeyen, "sevmiyorum böyle şeyleri!" triplerine giren vatansever(!) insanlarımız olduğu sürece kahrolasıca PKK'nın sırtı yere gelmez. İnsan denmeyecek düşüncede, zihniyette olan bireyler sadece mecliste değil, yanı başımızda da var. Maalesef!..


***



11 Ekim 2011 Salı

BİR SOYSUZUN İKLİMİ






            Yazgımın tehditlerini kör kuyularda boğdum divane bir gönül için. Hani bir ezgi duyarsın da, seni senden alır, bilinmezliklere gark eder, zamansız ve mekânsızlıkta yaşatır ya… Öyle kapıldım o dudaklardan dökülen bir çift söze ve sözüne denk saydığım özüne. Bir aşk meclisinde gamdan kalemlerin ucundan akan yangın yüreğine…  Koyuldum ardına gözlerimde pırıltılar, bağrımda ritmlerle…


            Her bir gülüşünde nefes aldım, her bir bakışında idrak ettim dünyayı. Yeni doğan gibi soluklanırcasına koşarken göze aldıklarımın peşinden, silmişim kafamdaki bütün cevapsız soruları. Gündüz eritircesine vuran güneş gece yerini buzların çıplaklığına teslim ettiğinde değişmiş ruhunun iklimi. O an anladım kaybolmuşluğumu. Meğer, meğer ardın sıra gelirken ben başında taşıdığın tacın değil, çölde yürürken ipin ucundan tuttuğun deveye bağlı sürünen bir soysuzmuşum. Kaderime sürgün bir gurursuz… Benliğine kapılıp kendimden geçip zamanı eskitirken, dakikaları arkamdaki torbaya doldurarak sona yaklaşırken ben cehaletin baş safı olmuşum. En girift bilmecelerin muhatabı, en ağır soruların kabı olmuşum.  Sığınacak liman bulduğumu sanırken ben, limanın tarih olduğunu azgın denizde boğulurken anlamışım. Ardından sürünürken ayak izlerimle birlikte geçmişimi de gömmüşüm kumların sıcak diplerine. Kızgın samyeli bile silerken kalıntılarımı, körü körüne arafta kalmışım. Sur üflenene kadar bu yolda kül olmayı göze almışken, yüzüme çarpılmış her şey. Açık kapı bırakmamış, kapalı kapıları da sözlerimle zincirlere vurmuşum. Tüm yollar çıkmaz sokak, tüm çabalar nihayetsiz… Tek yol… 


2009

8 Ekim 2011 Cumartesi

Sayıklama





A: Anneee, ne harikalar yarattın bakim?
D: ??!!?!?! O teyzenin repliği oğlum.  (Bir tiyatro sahnesinde olduğumuzu bugün de hatırlamış oldum, sağ olasın.)


***


R: A, bak uçak geçiyor.
A: Niye çok ses çıkarıyor?
R: Çünkü o savaş uçağı. Savaşa gidiyor. İsrail'e.
A: Ama İsrail görünmez ki, onunla nasıl savaşacak?
R: ??!???!!!   
A: İsrail görünmez, o melek ya hani. Kanatları var. (Meğer İsrafil'i kastediyormuş. Aradaki bağlantıya bak. Nasıl bir şeması var zihninde. Piaget'in kuramları hayatımızın merkezinde sanki.)


***

Evimden, odamdan, yatağımdan uzakta, taş gibi bir yatakta açıyorum gözümü. Ağrılarım biraz azaldı. Öğlen olmasına rağmen odaya hala güneş vurmuyor. Sadece çocuk sesleri geliyor. Hepsi de erkek. 

Kendimizi pasta börek yapmaya adıyoruz. Ne zamandır mutfağa girip özel bir şeyler yapmamanın acısını çıkarıyoruz. Babamın deyimiyle, "Sanki başbakan geliyor. Bir orduya yetecek kadar yiyecek var."  


Günü mutfakta geçiriyoruz. Defalarca malzeme eksikliği çıkıyor. Liste yapılmasına rağmen. İstekler bitmiyor. Geometri dersinde sorunu olduğunu sandığım ablam acayip şekilde kurabiye yapıyor. Üçgen kurabiye nerden çıktı onu da anlamıyorum. Sonra alıyorum elime oklavayı, hamuru, kremayı. Annem olsa "Sen çok beceriklisin, elinin ayarı iyi, ahh bir yapmayı istesen..." İstiyorum anne, gerçek üçgen nasıl olur yapıyorum. Ya da halk tabiriyle muska şekli.

Yaptıklarımızın hiçbirini yiyemeden yatıp uyumaktan korkuyorum. Gerçi güney kutbunu andıran evde durmanın yolu fırında bir şeyler pişirerek ısınmak olmalı. Bu sayede üşümedim. Ama krema gibi karıştırmalı ve sabır gerektiren işler bana kaldı. Tek dezavantajı sıcaktan üşümemek olsa da... 




Bu resim yorgunluğun ardından gelen küçük bir mutluluğun resmi. Emeğin resmi. Şükürün. 
Çay ile harika. 
Uykum geliyor.

***

Bugünü, neşemi kursağımda bırakmasalar bari. Kulaklarımı tıkamalıyım. 

***


M: Sen benim kitaplarımı getirdin mi, onu söyle.
R: Kitapların, "sizlere ömür."  (Gözüm gibi baktım, hatta okumaya kıyamadım.)


***


Üç sene önce fakülteden profesör olup ayrılmış Ahmet Hocamın nasihatlerini yerine getiriyorum şimdilerde. "Devam et! Kimsenin seni durdurmasına izin verme. Hiçbir bahaneyi kendine engel olarak görme. ..." 


Sanırım kaderim onun bana tavsiye ettiği alanda gelişecek.


***


Kitabım beni bekliyor...


***


Biraz daha beklersem yazdıklarımın hepsini sileceğim.
Kapanış;







7 Ekim 2011 Cuma

Mırıldanmalar


R: Dün gece seni öldürmek istedim, itiraf edeyim.
M: Niye, ne oldu ki?
R: Hiç. Öyle hissettim.  (Ya da içime çekercesine sarılmak, zıt kutuplarda ama aynı imkânsızlıkta.)
M: ??!!..


***


R: Bıraktım kendimi. Kim ne derse desin, ne yaparsa yapsın. Akıp gitsin zaman, akıbetim ne olursa olsun... Çok rahat aslında. (Beklentisiz, hayal kırıklığı/sız, acısız...)
M: Duymayayım bir daha.
R: ??
M: Sorumlulukların var demek istedim.
R: Ne gibi, kime ne sorumluluğum var?
M: Annene, babana. 
R: ...


***

Ağrının geçmesini bekledikçe sıklaşıyor, uykusuzluk çekilmez oluyor. Ne doktor bir şey bulacak ne de ultrason vs. bir sorun... Sebep belli. Stres, bir insanın böbreğine neden vurur? Baş varken, uçuk varken, sivilce varken neden böbrek? 


***


Araba sürme isteğim son hızla baltalanmakta. Göz önünde olma isteği, insanı aptallaştırıp komik hale düşürürken, diğer insanların heveslerine de yan etki yapabiliyormuş demek ki. Onaylanmıştır...

Neyse ki hala ayaklarım var. Kafam estiğinde veya attığında alırım başımı yürürüm. Arabayla doğmadım sonuçta.


***


Gel-git devam ediyor. Bugün sular çekildi.


***

4 Ekim 2011 Salı

Yol Hali


Bir seyahate başlarken, bindiğiniz otobüste/trende/uçakta daha önce hiç görmediğiniz insanların yüzlerine bakıp olası kaza, kaybolma, düşme  ve Lost benzeri senaryolar çerçevesinde "Kimlerle yola çıkıyorum?" dediğiniz oldu mu??

Benim olur. Bu günkü gibi. Hayatları hakkında hayali şeyler düşünürüm. En küçük telefon görüşmesi ve muhabbet sonrasında da öyle olmadığını öğrenip şaşırırım. Acaba hangi duygularla çıktılar yola, kimin için düştüler, eşyalarını bavula sığdırmak için neleri koymaktan son anda vazgeçtiler...

***

Yine bir bebek vardı yanımda. 6 aylık. Melek gibi. Nisa adı. Bu bir işaret mi? Bu ara bebekler, çocuklar yol arkadaşım. İlginç...

***

Aç kollarını zalim K. terminali!! Ben geldim. Bu sefer acı biriktirmeden döneceğim  sana. Gözlerim kupkuru olacak sana geldiğimde. Kararlıyım.

***

Kalbim soğudu. Buz kesiyor. 
Yabancıyız.



3 Ekim 2011 Pazartesi

Aldandım



Sadece bir "gitme." bekledim. 
Fısıldayabilirdin.

***

Gittiğimde özlersin sandım. 
Gece başını yastığa koyduğunda kokumu özlersin sandım. 
Sandım.
Aldandım.

***

Ne de çok yanılttın beni.




2 Ekim 2011 Pazar

VE MİMLER ÇOĞALIR: LÜKSLERİMİZ



Yeni bir mim'le karşı karşıyayım. İtiraf etmek gerekir ki, kolay konular değil. İnsanın üzerinde düşünmesi gerekiyor. Bu sebeple insan durup bir içine dönüyor, susuyor, kendini dinliyor, kendini tanıyorsa dile getirebiliyor. Belki bu sayede daha önce fark edemediği şeyleri fark ediyor, bu da yeni bir şey keşfetmiş gibi zevkli veriyor.. 

Yeni mim'imiz, lükslerimiz hakkında. 

Çok fazla lüksüm yok benim. Hatta hiç diyebilirim, bunu okudukça siz de onaylayabilirsiniz. Anlatacaklarıma lüks denebilirse. Çünkü lüks demek harcamada yapılan aşırılıktır.(Lüksün anlamının zamanla değiştiğini unutmamak gerekir. Bir şeyi yapabilme özgürlüğü anlamı daha ağır basıyor şimdilerde.) Benim abarttığım nadir şeylerden biri -nitekim çevremdekiler de bilir- kitaplarımdır. Çok okumamdır. Haftada üç kitap bitirip de hala okuma isteğimin olmasıdır. Yoğun bir KPSS döneminde buna pek fırsatım olmasa da kaldığım yerden devam ediyorum. Düşünün ilkokulda yolda yürürken bile kitap okurmuşuz, okuldan öğle arasında eve gelirken ve de giderken. Arkadaşımla bunu sık sık hatırlayıp güleriz. Sakın kimseye bahsetme bundan, der bana sonra. :)  (Üniversitede, öğretmen adaylarının en son okuduğu kitabın Cin Ali serisi olduğu düşünülürse, hele Türkçe gibi bir bölümde benimki gayet normal.)

Ama elden gelen bir şey yok, ne kadar çok okursam o kadar çok dünyam olur, o kadar çok hisse tanık olurum. Gezip görme arzumu bu yöne yansıtmışım. Düşünsenize oturduğunuz yerden yüzlerce yıl önce yaşayan insanların hayatını uzaktan izliyorsunuz, ya da elli yıl sonra olması muhtemel yaşamları, acıları, mutlulukları... 


Bunun dışında düşkün olduğum şey, özelimdir. Yani özelimden kastım, odam ve eşyalarımdır. Kimse öyle odama pat! diye girmesin, hele uyurken. En sinir olduğum şeydir. Kalp ritmi sorunu da buradan kaynaklanıyor. Mümkünse çıt çıkmasın. Gürültüye de tahammülüm yok. 

Başka bir eve taşınsam da, evlensem de yatağımı yanımda götürmek istiyorum. Ablam dalga geçse de napim, her şeyimi burda yaşadım ben. Bu yatakta gözyaşlarımla ıslattım yastıklarımı, kitaplarla beraber başka dünyalara bu yatakta daldım. Yeri geldi gecenin karanlığında "Ne olur canımı al Allah'ım!" diye dua ettim sessizce. Hele yastığı duvara yaslayıp, ben de yastığa yaslanıp kitap okumanın keyfini hiçbir yerde bulamam. Soğuksa bir de, iyice gömülürsün ya yatağa. Kayarsın yavaşça. Heyecanlı yere gelince birden kalkarsın ya... Hangi sandalye, hangi koltuk verir aynı tadı?! 

***

Telefonum, bilgisayarım, çantam, dolaplarım, çekmecelerim... El sürülmesin. İzin alınmadan el sürülmesin. Ablam her eve gelişinde buna sinirle tanık olsam da sürülmesin. Ki kimsenin eşyasına izinsiz dokunulmayacağını kendisi yeğenime öğretmeye çalışsa da bilirim bu çabası sonuçsuz kalacaktır. Sosyal öğrenme diye bir kuram varken dünyada mümkün değil. Ben nasıl ki başkasının mutfağında "acaba bu bardağı kullanıyor mudur?" diye tedirgin oluyorsam, aynı özeni ve saygıyı "fazlasıyla hatta- ben de bekliyorum. Müsade al, canım feda.

***




En büyük lüksüm, yalnızlığımdır. O an ortamdan uzaklaşmak, tek kelime etmemek, susmak, susmak, susmak istiyorsam rahat bırakılmak isterim. Bir yerlere çekilmişsem bilin ki bu duygular hakimdir. Eğer bu lüksten yoksunsam, ruhum daralır. Yapılan her konuşma anlamsız gelir, kulaklarımı tıkamak, "Yeter!" diye bağırmak isterim. Yapmamak için de çekilir, susarım. Kendimle savaşımı yalnız vermek isterim. Başardıysam kaldığım dönüp yerden devam ederim, başaramadıysam uzun bir susuş beni bekliyor demektir. İster küçük bir oda, ister banyo, ister balkon. O an nere denk gelirse. Kendimi sorgulamam için sessizlik yeterli.

         ***


Dilerim okumaya değer  bir şeyler yazmışımdır. Çünkü ben biraz olsun hafiflediğimi hissediyorum.
Mimin konusunu bulanlar, takip edenler ve bana kadar ulaştıranlar sağolsun. 
;)

EVLİLİK MİMİ


Herkese merhaba.
İlk blog arkadaşım deeptone (Sade Ve Derin) tarafından mimlenmişim. Öncelikle bu benim ilk mimim, ona çok teşekkür ediyorum. :) Ama zor bir mevzu. Yoğun hazırlık gerektiren bir konu ama şimdilik "hayalim" olan şeyleri yazacağım. Altını çiziyorum hayal, elbette hepsinin gerçekleşmeyeceğinden adım gibi eminim. Sorunsuz, problemsiz düğün olmaz, ki tadı da orda herhalde.


  Evlilik teklifine gelelim önce. Aslında flört dönemi falan olmamalı, sevdiğim adam beni gerçekten sevdiğini anladığı, evlenmek istediği kişinin ben olduğumu hissettiği an direk evlenme teklifi etmeli. Uzamamalı, sünmemeli, bıkmamalı. Evlendikten sonra birbirimizi tanımalıyız. Ki, daha uzun süreli olsun, emek harcansın. Ama zaman itibarıyla kimse bu cesareti sergileyemiyor maalesef. 

Evlilik teklifini balonda uçarken istiyorum. Evet! Orada ansızın etmeli,  uzatmalı ve takmalı yüzüğü. Evet! diyeyim gökyüzünde, uçarken. Yeryüzü de tanıklık etsin gökyüzü de.  Hatta nikah da orada olabilir ama herkes olmayabilir. Ya da o an atacaksın aşağı herkesi. İn inebilirsen...  Ama balonlar Ürgüp'te sabahın çok erken saatinde kalkıyor. Yani o saatte herkesi bulmak zor. Nette bakarken denk geldi, aynı hayale sahip bir çiftimiz bunu gerçekleştirmiş, hem de memleketimde. Ve Yer Gök Aşk dizisinin başrol oyuncusu Murat Ünalmış da balonda. :) Demek isteyince oluyor. Bunu gerçekten isteyen bir damat lazım yani. Ama nikah orada zor görünüyor, evlenme teklifini orada etsin yeter. Gerçi gelinlikle balonda olmayı çok isterim ama...




Düğünü kır düğünü istiyorum. Salonlara doluşmak istemiyorum. Açık hava olsun. Cıvıl cıvıl. Her şey bembeyaz olsun, masumiyetin zirvesinde olsun her şey. Hele bir de göl kenarı olursa... Tabi bozkırın ortasında öyle romantik ortamı bulmak kolay olmasa gerek.





Gelinlik hayalim ise, hafif olsun. Buradaki resimler öylesine, çünkü orijinal tesettürlü gelinlik bulamadım şu an.   Ya dikilecek ya da gerçekten iyisi bulunacak. Bel kısmı dar olsun, fazla kabarık olmasın. İşleme ve inciler tercihimdir. Gelinliği tüm düğün günü üstümden çıkarmak istemiyorum, hayatımın en özel günüyse üstümde gururlar taşımalıyım. Aynı durum ayakkabılar için de geçerli. Yormasın lütfen.


Bu tür, biraz daha beyaza yakını olabilir.


Durun, davetiyeleri unuttum.  
Sade olsun, üzerinde tüller olabilir. 
İçindeki şiir/yazı önemli, belki kendimiz yazarız.


Şu an yorulduğumu  hissettim, bir hayali yazmak zor olabilir mi?   Gerçeğini düşünemiyorum. Mümkünse  davetli listesi, davetiye hazırlama, kına gecesi zımbırtıları,  nişan, nikah ve düğün kıyafetlerini birileri benim adıma hazır etsin. En iyilerinden. Beni yormasın. Bırakın sadece o anı yaşayım, doya doya...  

Bir de mutlaka Dalgakıran çalmalı... Dans müziği veya değil ama çalmalı;




Dilerim bu mimlerle birlikte, herkesin evlilik hayali gerçekleşir. Ya da en azından hayaline en yakın şekilde  yaşanır. 

Sevgiler...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...