29 Nisan 2012 Pazar

Senden Sonra



Herkese hayırlı, keyifli pazarlar...
Çok şükür ki evime geldim geri.
Hiçbir yerde bu rahatlığı, huzuru bulamıyorum. Bilirsiniz...


***

Sıkıntılı günler geçiriyoruz. Bizim aileden değil fakat amcam gilden. Kuzenim maalesef yuvasını yıkmak üzere.
Sebep? Bilmiyorum. Apaçık bir sebep yok. Yanılgılar, dayanaksız beklentiler, imkansızlık ve de cahillik... 


Mantık evliliğinin açıklarını görebiliyorum bu durumda. Düşünün, evi terk ediyorsunuz fakat kocanız size aşık olmadığı, sizsiz de yaşayabileceği için sizin geri dönmeniz için uğraşmıyor. Oysa aşık olsa, bir gayret içine girerdi. En azından, kolaylıkla ya da kısa sürede sorunlar çözülebilirdi bence. Şimdi, kız bekliyor, erkeğin umurunda değil. 
Halbuki, ne beklentilerle evlenmişti. Şehirde yaşayacağım diye (!) bir hevesle evlenmişti. "Çok iyi insanlar, inşallah siz de bu duyguyu tadarsınız." demişti. Samimiydi o zamanlar. Şimdi ise, "O eve geri dönmem. Hayatımı mahvettiniz." diyor.


Bu sadece bir örnek. Mantık ve aşk evliliği zaten ayrıntılarıyla tartışmaya çok açık bir mevzu. İkisinin de olumsuz ve olumsuz yanları var elbette ama oralara girmeyelim fazla.


"Parayla saadet olmaz." yargısına da bir antitez oluşturuyor. Ayrı evde yaşamak istiyor. Evi lüks olsun, her istediği gerçekleşsin ama para sıkıntısı çekmesin. Emek harcayarak bir şeyler kazanmayı köylülerin daha iyi bildiği inancındayım fakat gözü yüksekte olmak da bir yere kadar...


Üff...


Bu konuda daha pek çok etken var.
Ortada bakış açılarını yanlış yorumlamak, empati kuramamak başlı başına bir faktör.
Aile büyükleri de yanlışları destekliyor mesela. 
Hatta anneme göre (Annem ve babam akraba hatta kuzen oldukları için arada biraz sorunlar oluyor.) zamanında dayımın ikinci evliliği üzerine yaptıkları dedikoduları, sevinmeleri vs. gibi fesatlıkları şu an çocuklarının ayağına dolanmakta. İlahi adalet belki de. Ama olmaz diye bir şey yok hayatta. Kimsenin aklına böyle bir şey gelmese de...

***


İnsan eşiyle ortak bir şeye gülebiliyorsa onu aldatmamalı.
Aldatıyorsa bunun adı doyumsuzluktur.
Kanaatsizliktir.


***


"Sessizliğimiz uykusuzluğumuzdan değil."  


***


Güven, sevgiden de önceliğe sahip olabiliyor.




***


Büyükşehir, vakit öldürmek için bire bir şahsımca.
Ben burada, metro köyümde :) 5 dk içinde manava gidip gelebiliyorum.
En yakın yere 5 dk'da, en uzak yere en geç 1 saat içinde gidebiliyorum.
Blogger arkadaşlarımın çoğu Ankara ve İstanbul gibi büyükşehirlerde yaşadığı için garipseyebilir. 
Otobüs bekle, tramvay bekle, bekle babam bekle... 
Sinir, stres, yorgunluk...
Ve büyüdükçe çeşit ve imkan da artıyor ya, seçim daha da zorlaşıyor yaa. :)
Şöyle şirin ama küçük bir yerde yaşamak istyorum, gezmeye ya da alışverişe de arada büyük yerlere gitmek isterim.

***


Bi' tane çanta aldım.

*** 




Şah Mat'ı okuyormuş. Birkaç sayfasına bir şeyler karaladım. 
Bakalım dikkat edecek mi okurken, yoksa es mi geçecek?..

***


Kitaplarda tutunamıyorum, bu sefer devam ama...


 ***








"bir iz kalır çıkaramam,
nefes alıp yaşayamam..."




















19 Nisan 2012 Perşembe

Gözlerim?.. En Yaralı Yerim


 

 Acaba bizim tupperware'ler mi çakma, yoksa annem mi kullanmayı bilmiyor. Kafamda soru işaretleri... Gerçi buzluk olarak kullanılması gereken bir kabın içine marul koyarsan ne kadar tazelik bekleyebilirsin ki? Di mi ama?..

***

Annem yok.
Annemsiz kısır yaptım ama yiyemedim. 
Geleneksel kısır partimiz diye çekip koyacağım ama herkes beni artık kısır manyağı sanacak sanırım.
Yok, değilim.

***

"Biberin acı olup olmadığını nasıl anlarız?" sorusuna fazla düşünmeden "Yiyerek." diye cevap vermem ters tarafımdan kalkmamın sonucu olarak algılanıyor.
Varsa bir çözümü olan  söylesin.
Zira google'a sorunca biber hapına dair sonuçlar çıkıyor.

***

Ev hanımlarını tekrar tekrar takdir edesim geldi bu hafta içerisinde.
Yemek, çamaşır, bulaşık, temizlik...
Olaylar olaylar yani...
Ders çalışamadım doğru dürüst anacım.
Hele babamın peşini toplamak ayrı bir enerji istiyor.
Ama  altından kalkabiliyorum yani, hazırım ev'lenmeye.
Ev geçindirmeye, çevirip döndermeye. 
:)

***






Yarın yolculuk var.
Bavul hazırlanacak daha.
En  sinir eden de buzdolabını boşaltmaya çalışmak.
Çalıştıkça bereketleniyor maşallah.

***






<mutlaka dinleyin, 
geçmişe döndüm ben>











18 Nisan 2012 Çarşamba

Gece(m)den




Günler çok hızlı geçiyor.
Yetişemiyorum.
Akıp gidiyor ...
İnanamıyorum.


***

Sınırları zorladığını fark etmek korkunç bir duygu.
Elinden gelen her şeyi yapıyorsun, ama bir ilerleme kaydedemiyorsun.
Geriye tevekkül etmek kalıyor tabi ki.




***

Saçlarımı kestirmek istiyorum 
ama 
memlekette bayan kuaför yok.
Yok böyle bir şey yaa!
Kuaför dolu,
bayan da var bazılarında 
ama saç kesmiyor.
Kesmek istedikçe, ben kafayı taktıkça,
ya da inatlaştıkça yok...
Kendim keseceğim var ya bu gidişle.






***


Bir arkadaşım Mah-i Devran'ı bana benzettiğini söyledi.
Ne diyeceğimi bilemedim.







***

Mantık evliliğini savunan birine karşı gerçek yaşamdan alınmış bir antitez buldum.
Buna sevinemiyorum çünkü, bir yuva yıkılmak üzere...
Ya da "İnsanlar kınamanın, büyük konuşmanın bedelini çocuklarından çekerek ödeyebiliyor." yargısının dayanağını...

***

















15 Nisan 2012 Pazar

Çekilir Dert







Çekilir dert değil...
Allah düşmanımın başına vermesin.
Hele benim gibi yüksek alıp da evde kalmayı, hiç...

Vakit yaklaştıkça hayattan soyutlanıyorum sanki. Ve de her şeyden.

Artık her şeye eğitim bilimleri terimleri açısından bakar oldum.
Çok fena.
Ne keyifli pazar yazım var ne de haftam.
Yaaa sabır...

Cümlelerim kısaldı. 
Mimiklerim, jestlerim arttı.
Hiçbir şey gelmiyor içimden.

Günler uzadı ne güzel ama hiç tat alamıyorum. 
Sizin günleriniz güzel geçsin...










14 Nisan 2012 Cumartesi

Puff



Canım acayip sıkkındı.
İnsanlar hayat kuruyorlar, yepyeni...
Ben, aynı...

Bu ara sadece çeşit çeşit kalemler mutlu ediyor beni.




Bu arada Muhabbet Rekoru adlı sayfada muhabbet rekoruna koşuyorlar. Sanırım ara vermeden. 22 saatlerine girmişler. Saçmalasalar da ilgincime gitti. :p





















13 Nisan 2012 Cuma

Kayıp Gül 2: Ölümsüz Kalp



Herkese hayırlı cumalar...

Deneme çözmeye ara verince soluğu burada alıyorum. Elimden geldiğince takip ediyorum herkesi, merak etmeyin.

Sayfamda yaptığım anket sonuçlarına göre benden en çok kitap tanıtımı yazısı bekleniyor. Çok güzel.
Lakin, bu ara okuyamıyorum, hatta kitaptan kitaba atlıyorum. Ama sonunda Kayıp Gül hakkında yazacak cümlelerim var. Çok şükür.



Efendim, biliyorsunuz ki Kayıp Gül, Serdar Özkan isimli genç bir kalemin elinden çıkmış, Martı ve Küçük Prens'e benzetilerek yoğun ilgi gören, 50 ülkede 44 dile çevrildiği reklamlarıyla 2010'un en çok okunan romanı kabul edilen bir kitap. (Bu uzun cümlemde, minik iğnelemeleri fark edenler mutlaka olacaktır.) Birkaç yayınevi değişiminin sonucu olarak, yazarımız Kayıp Gül 2'yi çıkarmış bulunmakta. Kafa dağıtmak için, hafif kitaplar aradığımdan olacak ki bu kitabı aldım. Niye aldığıma kitabı okuyunca anlam veremedim doğrusu. Şöyle ki, ilk kitabını alıp okumuştum 2 sene önce. Fakat, kitaba dair hiçbir şey hatırlamıyorum a dostlar! Çok kitap okuyan biri olmama, çoğunu genel olarak ve beni etkileyen -bazen de saçma- ayrıntılarla aklımda tutmama rağman Kayıp Gül 1'e dair hiçbir şey hatırlamıyorum. E kardeşim, sen sende hiçbir iz bırakmayan bir kitabın niye gider ikincisini alırsın?!! Bu soruyu elbette kendime soruyorum. Ama almışım işte.


Neyse, okudum kitabı.


Serda Özkan'ın dili çok açık, sade, duru. Okuyuveriyorsun, çok rahat. Hatta benim gibi edebiyatsever için fazla rahat. Hiç zorlamıyor yaa. Ama bu kitabında simgelerle hayatın farklı yönlerini anlatmaya çalışmış. Derin anlamlar vermeye çalışmış. Bazı ayrıntıları hoşuma gitti. Mesela;


"İkiz kardeşim Bay Gerçeklik ve ben birbirlerine ahşap bir köprüyle bağlı iki ayrı adada yaşarız,demişti Bayan Düş. 'Ne zaman birbirimizi özlesek, birbirimize doğru koşmaya başlarız. Ve çok geçmeden adalarımızı birbirine bağlayan o köprünün ortasında bir yerde, birbirimize kavuşur, sarılıp bir oluruz. İşte o sarılma anlarındadır ki yeryüzündeki bütün düşler gerçek olur..."

Bu cümle, gerçekten bir derinliğe ve hayal gücüne sahip. Kitaptaki pek çok karakter de aynı şekilde imgelerle donatılmış. İşte bu noktada Serdar Özkan'a romancı denmesine şaşırıyorum ben. Bence masal tadında bir öykü bu. Öykücü denmesini tercih ederim. Hele ki, İskender Pala gibi eski Türk edebiyatıyla haşır neşir bir derlemecinin de "romancı" diye bahsetmesi daha da ilginç. (“Serdar Özkan genç ve yetenekli bir romancı, onun adını önümüzdeki yıllarda sık sık duyacağınıza sizi temin edebilirim.” İskender Pala – Kasım 2003) (Gerçi tarih de eskiymiş, 9 yılda bu kadar ilerleme kaydetmesi de hayli ironik.)


Tamam, genç, bir potansiyel görebilir, bunda bir sakınca görmüyorum. Ama yazarın ve eserlerinin bu şekilde abartılmasına, pazarlanmaya çalışılmasına karşıyım. Ne 50 ülkede yayınlanması ne de 44 dile çevrilmesi ne de D&R listesinde ilk üçte olması benim için bir ölçüt. Bende ilerleyen zamanlarda bir iz bırakmayacaksa hiçbir anlamı yok. Popüler olup sonradan etkilerinin silinmesi edebiyatın maalesef kötü bir oyunudur kimisi için. Nitekim, ne Martı ne de Küçük Prens olabilir. 


Yazdıklarım fazla ağır olabilir belki ama dediğim gibi elbette beğendiğim cümleler ve yönleri var. 
Benim bir şeyi beğenmemem genelde bonkör bir ön yargıya sahip olmamdan kaynaklanıyor. Test ettim, onayladım! Şöyle ki, bir şeyi okumadan, izlemeden vs. gözümde büyütüyorsam - gerek yorumlar sayesinde, gerek reklamları yüzünden, gerekse de kişisel - sonu hayal kırıklığı oluyor. Beklentimin düşük olması gerekiyor, ki güzelliği sürpriz olsun. Ama maalesef kitapların bile reklamlaştırıldığı, yazarların isimlerinin kitap kapaklarında ön plana çıkarıldığı günümüzde bu pek de mümkün olmuyor. 


Kahramanların her iki kitapta da aynı isimle geçmesi de hoşuma gitmedi. Niye öyle yani?

Sanırım, "Ekim Yağmurları" diye bir kitaba başladı. Hatta yazdıkları bazı cümleler şu an internet sayfalarında dolaşıyor. Bunu neden yaptığını da anlamıyorum. Daha kitap çıkmadan...


Neyse, gelelim altı çizili cümlelerime;

"Cesaret korkmamak değil, bazı şeylerin senin için güvende olmaktan daha önemli olmasıdır."

"Arayan mutlaka birşey bulur. Ne aradığını bilen ise aradığını bulur."

"Sevmek seveni küçültmez, büyütür..."

"Sevgi, seni taşır."

Başlangıçta yer alan Mevlana'ya ait 
‎"Evrende ne varsa, dışarıda değil, sende.
Her ne arayacaksan, ara onu kendinde." dizeleri kitabı özetler durumda. :D



12 Nisan 2012 Perşembe

Hisler





Ben ortadakini seçiyorum bugün için. 
Ne mutlu, ne üzgün. Ortası. 
Çok şükür, yolunda gitmeyen bir şeyler yok. 
Var da, yok.


Siz bugün nasıl hissediyorsunuz?







(favim.com'dan)

















10 Nisan 2012 Salı

Başlık Şart Mı?





Uzun zamandır yazamıyorum. 
Biliyorum, mimlerim birikmiş ama yazabilirsem yazacağım.

Hatta bazılarına bayağı bir geciktim... :(
Yazamazsam da  kızmayın dostları olur mu?
Hatırlamanız başlı başına güzel zaten. Beni çok mutlu ediyor.
Affınıza sığınıyorum yazamazsam.

Yazı yazmamı isteyen, bekleyen arkadaşlarıma da teşekkür ediyorum.
İnşallah boş kalmaz sayfam yine de.

Bunun dışında internete çok fazla giremiyorum.
Girmemeye de çalışıyorum.
3 ayımı çok iyi değerlendirmek, sonrasında rahat etmek istiyorum.
Atanmak istiyorum, bilenler bilir.

Dualarınızı eksik etmeyin, n'olur...



Fransız


Acaba ben mi normal değilim?
Survivor'ı izlemediğim için ortamda Fransızları oynayarak...





Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...