31 Ocak 2012 Salı



Ben geldiiiiimmmm!!
Herkese merhaba. 
Bir haftadır yokmuşum buralarda. 
Neler yaptım?.. Bakalım şöyle bir.
En son yüksek lisansa kabul edildiğimi yazmıştım. Evet, kabul edildim. Tam da Türkçe'nin başkentine. Karaman'a. Karamanoğlu Mehmetbey Ünivrsitesi Edebiyat Bölümü. Sormayın hem de Eski Türk Edebiyatı. Osmanlıca falan. Ooo... 
Bu duruma çok sevinemediğimi söylemiştim. Çünkü aynı zaman içerisinde bakanımız atama yapılacağını açıkladı. Benim de atanma ihtimalim var. Buna daha çok sevinmiştim. Taa ki, açılan okulları görene kadar. Hepsi doğu dostlar. Hepsi yaa. En batı Aksaray ve Yozgat. Ondan ötesi yok. 17 bin atama ile maalesef bizi susturmaya çalışıyor. Anladığım bu. Nasıl da sevinmişti herkes.
Geçen hafta Çarşamba günü babamla Karaman'a gittik. Önce Konya'ya tabi. Ve işin sinir tarafı, Karaman'ın bu kadar uzak olduğunu bilmiyordum. 3.5 saatlik yol en az 7 saat sürüyor. Çünkü buradan Karaman'a direkt giden otobüs firması mevcut değil!! Yok böyle bir şey. Ne yaparsan yap 7 saati gözden çıkarmak lazım. İster Kayseri'ye git, oradan Karaman'a, ister Ankara'ya oradan hızlı trenle Karaman'a... Neyse, bu iş biraz sıkıntılı. 
Üniversitesi yeni. Bir hoca çok hoşuma gitti, diğeri de aksine. Tam bir fosil. Emekli olmuş fakat 5 yıl çalışma hakkı verildi diye tekrar başlamış. Ben de mecbur onun 2 dersini almak zorundayım. Soru işaretlerinden biri şu: Ben atanırsam taa Karaman'a nasıl geleceğim? İki gün ders, iki gün de en az yolda geçer, eder dört gün. Olacak bir şey değil. Atanamasam da, -ki zaten bunu bu dönem de beklemiyorum- yine dört gün yolda gidecek ve ne maddi ne de manevi olarak buna imkanım yok. Artık atılma, dondurma gibi durumların olmadığını duydum. Paranızı yatırdığın sürece atılmıyormuşsunuz. Ben de gelecek güzel günler ve Karaman'a yakın yerler için bu hakkımı saklamak istiyorum. Bakalım, şimdilik düşüncem bu yönde. Ama kendime bile sesli itiraf edemiyorum. Hayırlısı...



Karaman'da Öğretmenevinde kaldık. Ama ondan önce babamın bir öğrencisi karşıladı. Yeni evlenmiş, bizi eve götürdü. Yemek hazırlamış eşi. Eşi de aynı benim gibiydi. Çok iyi anlaştık. Zayıf, benim gibi fazla yemeyen, hoş bir kızdı. İlginçti. Üç ayın içinde sözlenip evlenmişler. Çok sevindi benimle tanıştığına, değişiklik oldum onun için. :D 

Fazla gezme imkanımız olmadı, ama şehir genel itibaıyla lüks değildi. Kayseri ve Kırşehir'in ortası bir şey. Yaşanabilir, bana göre ideal. 

Bunlar öğretmenvinden görüntüler;

Çok katlı binalar yok. En fazla 4 ya da 5. 


Çok gelişmiş değil.
Ama dikkatimi çeken insanları çok iyi. Yardımsever, kibar.
Ve burada okuma oranı Türkiye ortalamasına göre hayli yüksekken orada küçücük çocuklar çalışmaya başlamış.


Ve Türkçe Parkı. Bilenler bilir, ta 13. yüzyılda Karamanoğlu Mehmet Bey'in "Bu günden sonra divanda, dergahda ve bargahta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka bir dil kullanılmayacaktır." fermanı ile Türkçeyi resmi dil ilan edişini. Bu sebeple Türkçenin tam merkezi olması özelliğiyle Türkçe Parkı yapılmış. Ve göbeğine de Orhun Abidelerinin bir örneği ya da benzeri dikilmiş. 






Belediye, öğretmenevi gibi önemli binalar pembe-turuncu arası renkte. Bu dikkat çekiyor.
Dolmuşları da turuncu, hoşuma gitti, rengarenk.


Parkları çok ve geniş. Yaşlılar Parkı bile var.




Burası da eski ev.
Zaten her yerde "Türkçe Konuşalım." gibi ibareleri görebiliyorsunuz.
Gazipaşa Bedesteni'ni gezdik. Ne ararsanız var hem de çok uygun fiyata. 
Tesettürlülere özel kıyafet mağazaları ve eşarpçıların bol olması dikkatimi çekti.

Etli ekmeği de harikaydı. O an karnım çok aç değildi yiyemedim ama yediğim en güzel etli ekmekti.
İncecik, kağıt gibi ve çıtır çıtır. Lezzeti ve de yanındaki ikramlar da cabasıydı. 

Çok fazla gezemedik ama benim için uzun zamandan sonra farklı bir deneyim oldu. Belki giderim kimbilir.

Perşembe günü tercihler son. Cuma günü de atama var. Ben 26'yı açmayacağım. Ağustos atamasını beklemeyi tercih ediyorum. İnşallah herkesin gönlüne göre olur. Annem, halam, her gün biri rüyasında bir yeri görüyor. Ben de Rize'yi gönlümden geçiriyorum. Çayeli'ni falan yazdım. Sahilde. Süper olur ama inanılmaz şanslı olmam lazım. Sıra bana gelene kadar oralar muhtemelen dolmuş olur. Artık "atanırım inşallah" demiyorum, "iyi bir yere atanırım." diyorum. Bu uğurda altı ay daha beklemeye razıyım. Ki bir de 4 sene tayin istememe şartı çıkarttı bakanımız. Hele bir de memnun olmayacağımız, sıkıntılı ya da en korktuğum terörün kol gezdiği bir yer çıkarsa 4 sene 40 sene gibi gelir insana. Allah hepimizin yardımcısı olsun.
Yarın teslim edeceğim tercihlerimi. Annem çok umutlu ama ben gayet sakinim, olacağını sanmıyorum 26'yı açmadığım için. Hayırlısı. Hayırlısı. Hayırlısı...
Bu arada dualarını ve ilgilerini esirgemeyen tüm blogger arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum.
Rabbim herkesin gönlüne göre versin inşallah. Çünkü hayat artık çok zor. Lay lay lom değil benim gördüğüm. Sabır, güç, azim gerektiriyor. Rabbim bol bol versin.

Peki bir haftadır bunun dışında ne yaptım? Ablam ve yeğenim vardı. Onlarla vakit geçirdim. Ablamla bol bol Bir Erkek Bir Kadın izledik. İzlediğim dizileri küçümseyen ablam dizinin tiryakisi olmuş. Yeğenim olduğu için (+13) tedirgin izlediğim için keyif alamadım doğrusu. 

Bana yol arkadaşı olan kitabım da "Bir Gün" idi. Biliyorum, okumayan kalmadı ama bana bu zamana nasip oldu. Yolda vakit geçirecek, akıcı bir şeyler okuyayım istedim. Ama umduğum gibi değildi. Beğendim ama beklentim daha üst düzeyde olduğu için herhalde olağanüstü gelmedi bana.
Buna başka bir yazımda değinirim inşallah.


Kendi ellerimle yaptığım çiğ köftem. Ne yediğimden ne içtiğimden zevk aldığım için çok bir anlamı yoktu benim için ama tadı güzeldi. Acısı azdı ama marulla harikaydı. Ben yokken de hatunlar börek ve kurabiye yapmış. Bunlara ilave Konya'dan aldığımız pişmaniye ve sarmalar da tam çay yanıydı.


İlk birkaç gün moralim hayli bozulsa da, artık altı ay bekleyip daha iyi yerlere gitmeyi (ve ummayı) tercih edebiliyorum şu an. Cuma günü bazıları sevinç bazıları hüzünle karşılaşacak. Ve üniversitede notlarımı paylaşmaktan sakınmadığım en iyi arkadaşım, devlet sırrı gibi tercihlerini benden saklayabiliyor. Yeniden güvenmekle hata ettiğimi düşündürebilen bu arkadaş, benden önde olmasına rağmen işin sırrını bilmiyor. Nasıl biz zihniyetse artık, tatile gider gibi tercih yapıyor. Artık okulların okunuş ahenklerinin güzelliğine bakarak mı seçti, "onda bunda şundadır" diyerek mi bilemeyeceğim. Korkum şu ki, onca puanı araya verip kötü bir yere atanması. Ölü tercih yapmamak adına tercihlerini sordum, yarım saate yakın konuyu kıvırdı da kıvırdı, ben de inadına üsteledim. Ki hala gönderecek haspam. Eksik olsun. Lafını da koymaktan geri kalmadı tabi "Ders çalışmana da engel oluyordur tercihler." şeklinde. Hayırlısı bakalım. Kısmet. Kısmet. Kısmet...


Bu yazı bana iki üç ay gider gibi. 
:D
Sevgiler...









20 Ocak 2012 Cuma

dua


17 bin iyi bir sayı.
Beklemiyordum.
Ama benim bölümüme ne kadar kontenjan ayırdıklarını bilene kadar sevinemeyeceğim.
Stres dolu bir 15 gün yolda sanırım.

Allah rızası için dualarınızı bekliyorum.
Beni tanımasanız da Firari Yolcu için bir küçük duayı dile getirseniz çok memnun olurum.

19 Ocak 2012 Perşembe

Karaman'ın Oyunu


Karışık duygular yaşıyorum dostlar.

Bahar dönemi yüksek lisans için başvurmaya başladım. İlk durağım Karaman Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi oldu. Malum artık Türkçe Eğitimi çok açılmıyor, açılan da bahar yarıyılında açmıyor. Ya da saçma sapan şartlar istiyor. Bu bana en uygunu idi. Karabük ve Çanakkale'de de var ama dil şartı var. Salı gönderdim başvurumu, Perşembe ulaşır denmesine rağmen Çarşamba günü ellerine ulaşmış. Nasıl? Hem Türk Dilin hem de Edebiyata olmak üzere iki dilekçe yazmıştım, yutmamışlar. :D Karaman'ın koyunu sonra çıkar oyunu misali, benden uyanık çıktılar. :D Ne yapayım zaten 10 kişi alıyorlar. Telefon açtılar, "Ben de artık edebiyat kalsın." dedim mecburen. Önümüzdeki iki üç gün içerisinde açıklanır çünkü pazartesi kesin kayıt başlıyor. Ve sorun şu ki, öylesine gönderdim ben. İlla yüksek lisans yapacağım diye bir arzum yoktu. Ama hala emin değilim, kabul edilirsem gidecek miyim, gider miyim, nasıl olur, zorlanır mıyım?.. Hiçbirini bilmiyorum. İçimde acayip bir heyecan var, aynı oranda da korku, endişe, soru işaretleri...



Acaba önce KPSS'yi mi kazanmalıyım, atandığım zaman mı yüksek lisansa el atmalıyım? Yoksa sadece bu yolda mı ilerlemeliyim? Yapabilir miyim, zor olur mu? Yoksa yazı bekleyip ÜDS'ye de girip daha büyük üniversitelere mi başvurayım? (Açıp açmayacakları da belli değil tabi.) Gittim diyelim pişman olur muyum? Bla bla bla... 

Off. Bir yandan istiyorum bir yandan olacak diye korkuyorum, yok böyle bir şey...

Benim için dönüm noktası olacak belki de... Hayatımı yönlendirecek. 
Bir ışık istiyorum, bir ışık...

***

Sevgili şehrim, Erzurum, Kars'ı sollayıp günün en soğuk şehirlerinden biri olmuş. Nasıl bir soğuktur öyle Allah'ım?!!

***

Kocasının borcunu umursamayıp "Kör mü? Ödesin. Bana ne?!!" diyebilen rahatlıkta insan tanıyorum. Acaba evlilik kurumu hakkında bildiklerim hep mi yanlış?..

***

Her gün kedi gibi "memurlar.net"in başını bekleyeceğim hiç aklıma gelmezdi.
Atama haberi de yok zaten.
Puff.

***

Şarkı seçecek halim yok. 
Bugünlük bu kadar.
Dağılın.

:P

14 Ocak 2012 Cumartesi

İsmail Abi, Erdal Bakkal ve Eski Hastalık




Nasııııııllll?? 
Şunu da yaptın ya İsmail Abi baba adamsın!!
Tüm ciddiyetinle "Başınız Sağolsun." yazdın ya.
İnsanlık ölmemiş be abi!
O ceketlerin, her şeyin sizin aileden gelmesi, olmadık zamanda gemiye el sallayarak bizi ağlatman, "ağzından çıkanla kulağının deliğinin duyduğunun tuttuğu" tek adam olman yetiyordu be abi.
Efsane oldun gözümde.
Nasıl bir vak'asın sen Allah'ım...
Cansın yaa can.

 

Ya Erdal Bakkal'a ne demeli?
Piiiii!
Onun da altta kalır yanı yok. 
Elektrik faturasındaki TRT payını, "Ben TRT izlemiyorum, izlemedim, izlemeyeceğim." diye ödemek istemeyen, şikayete TRT'ye giden bi abimiz. 
Gotik teyzemiz Nurten'in yeğenini evlendirmek için göz gezdiren...
Ucuzdur diye eski yıla girenlerden.
Dört çarpı 1.5'un 7 ettiğini iddia eden, veresiye defteriyle gönüllerde taht kuran zeki mahalle sakini.
Dansçı, rockçı rollere yakıştırılan patavatsız bir bakkal.



Sizi anlatmak için 40 bölümü yeniden izlemek lazım, nasıl bir psiko-analiz yaparsam yapayım eksik kalır sanki. Leyla ile Mecnun'u izleyin derim.

Şu an aklıma geldiği için yazdım bunları. 

***


Bense yeni çıkan kitaplara bir ara verip geriye döneyim dedim.
 Eski hastalık.
Çikolatalı pudingimle Reşat Nuri Güntekin'in sayesinde Züleyha ile mutsuz bir evliliğin peşinden gidiyorum.
Uzun zaman oldu böyle gerçekçi, edebi tasvirlere yolum düşmeyeli.


Herkese keyifli haftasonları.
;)





12 Ocak 2012 Perşembe

Karlı Bir Günden


Kahvaltımı yaptıktan sonra güzelce süslenip dışarı çıktım. Ahenkle yağan kara karıştım. Kar tanelerinin gözlerime girmesine, burnumu kıpkırmızı yapmasına, çizmelerimi ıslatmasına müsaade ettim. Geçen sene okuldan çıkınca karanlıkta telaşla karın altında yürüdüğüm günler geldi aklıma. Güldüm. 

Önce hocamı ziyaret ettim. Onu pek dertli gördüm. El alemin dedikodusu eksik olur mu? Yıpranmış.

Ardından alışverişimi yaptım. Tek başıma. Kasiyer kız benimle dertleşti. Gülerek ayrıldım. 

Gelince aldıklarımı yerleştirdim, battaniyemin altına gömüldüm. Annem -sağ olsun- birer  kahve yaptı, onu içtik. Akşama da babam patates kızartması yaptı, acıkmış ellaam. :D Annemin gözüne pek bir güzel görünmüşüm, defalarca öptü, sarıldı. Gözünde hala bebeğim yaa.


Bu soru da beni çok güldürdü. Benzetmeye bakın, ders araç gereçleri kozmetik ürünlere benzermiş. Kullanıldığında dersi güzelleştirirmiş. :D Buraya kadar sorun yok da, şıkları benzetmeyle düşününce komik geldi. Daha çekici hale gelir, diyor. Farklı duyu organlarını işe koşar, diyor. :D ya da ben farklı tarafa çektim, ama çok derin düşünerek yazdıklarını sanmıyorum. Hay Allah :))


 Babamın elleriyle soyduğu portakalımı yerken de yine bu çeviri harikasına rastladım: "Geçekten tahtalı köye göçmek istiyorsun, değil mi?" 


Yine Secret Garden'dan.
Bölüm 15.







Benden bu günlük bu kadar. Yine planladığım gibi gitmedi ama mutlu hissettim bugün kendimi. Sebepsiz. Mi acaba??

***

Telefonla konuşurken, aynı zamanda, bir şeyler yiyen insanlardan hoşlanmıyorum. Saygısızlık gibi geliyor bana. Bir an evvel kapatmak istedim. Zaten aradığıma memnun kalmamış gibiydi arkadaş.

***

Uzağınızda ama her daim aklınızda, size imkansız gelen hatta sevmesini bekleme ihtimali bile olmayan ama sizi çok seven birinin olması içimi ürpertiyor. Yok imkansız yani, olacak şey değil, diyorum. Ben ne yapıyorum, diyorum ama doğru yani. Korkutucu geliyor. Silkinip atasım geliyor bazen ama olmuyor. Geçmeyecek.

***

Bir plan yapmalıyım. Çok düzensiz geçiyor günler.

























11 Ocak 2012 Çarşamba

Özlem

:)
Uzun süre sonra yarı neşeli bir yazı yazabileceğim.

Dün engellendiğimi düşünmüştüm, acayip sinirlenmiştim, gece rüyama da girdi. Kabustu.

Sabah dayanamadım sordum, uzun bir aradan sonra, engellemediğini söyledi. Neyse ki yanlış anlaşılmaymış durum. Sonra "msn'de görüşelim." dedi, biraz önce görüştük. Yine sağ olsun zeytinyağ gibi üste çıktı. Heyecanlandım, ne yazacağımı, ne diyeceğimi bilemedim. "Aklımdan çıkmıyorsun, bunu bil, başka da bir şey bilmene gerek yok." dedi. "Gerçekten özledim." dedi, "Sen inanmasan da. İnanmamakta haklısın." diyerek. Evet, inanmakta güçlük çekiyorum. Adam sanki aşka aşık bana değil, özlemeyi, sevmeyi, bu hisleri seviyor sanki. "Bir ay sonra görüşmek üzere." dedi gıcık. Dalgasını da geçti. Duymak istediğim ama artık duymayacağımı sandığım şeyler de söyledi. İçim titredi. Çok acayip bir şey yaa. Sürekli görüşmekten yana değil. "Özlemek istiyorum." diyor ama bir yandan haklı bir yandan değil. Haklı, haklı. Ama benim de konuşmaya, rahatlamaya, bir destek görmeye ihtiyacım olduğu zamanlar oluyor. Yalnızlığımı paylaşmak istediğim, beni benden iyi tanıyan biriyle.

Ne desem boş yaa üfff. Sevinemiyorum yine. Sabahtan beri içim kıpır kıpır. Bir canlılık geldi, güç geldi. Ama nereye, ne zamana kadar. Ben bu işin içinden nasıl çıkacağım bilmiyorum. Ama sonu ikimiz için de kötü olacak ve üzüleceğiz; bunu çok iyi biliyorum. En kıymetli şeyin "zaman" olduğunu bilerek, bana zaman ayırmamasına çok üzülüyorum, içimde büyüyor. Ama o da bunu herkesten saklamayı çok iyi biliyor. Çok yoğun, ev, iş, araba meselesi falan hak veriyorum ama benim ki can yaa!


Amma, "ama" kullanmışım. Geri dönüp de okumadan yayınladığım ilk yazım budur.
Hiç süzülmemiş, gayet saf...


>sen dinletmiştin sevgili<

9 Ocak 2012 Pazartesi

yol








Biri, bir "şey" bana yol göstersin. 
Ne yapmam gerektiğini, neyi seçmem gerektiğini bilmiyorum.
Hangisinin daha iyi olacağına karar veremiyorum.
Parlayan bir ışık, uçan bir kelebek...
Hiç bu kadar karar vermekte zorlanmamıştım. Ki gerçekten de zor bir durum. 
Hayatımın geri kalanını etkileyecek.


...

yazasım gelmiyor.
çok kötü.




7 Ocak 2012 Cumartesi


Keyfin yerinde belli ki.
Aklına gelen diline inivermiş.
Ama,
telefonda konuşurken anneme soruyorsun "R. nasıl, ne yapıyor?" diye. 
Kendin, bizzat bana sormuyorsun. Ne telefonda ne msn'de. Sormuyorsun. 

Soramıyorsun.
Vaktin yok ya.
Sorumlulukların çok ya.
Hani...
Düşünmen gereken çok şey var ve yapman gereken.
Ben anlayamıyorum ya hani.

Neden erkekler mutlu zamanlarında, yüzleri gülerken iyi de, 
kötü, sıkışık zamanlarında muhatap bile olmuyorlar? 
Konuşmak, görüşmek istemyorlar.
Yoksa benim tanıdıklarım mı öyle?..
İkimizden birinin "sevgi"nin ne demek olduğunu bilmediği kesin ama.

Ama vakit gelecek.
Hiç sesimi çıkarmadım.
Bekliyorum.

Annem söyleyecek değil sen aklıma geldiğinde neler yaptığımı.
Stresten, üzüntüden nerelerimin ağrıdığını.
Düşünmemek için nelere kafa yormaya "çalıştığımı".

Aman, 
neyse ne.









4 Ocak 2012 Çarşamba

Çeviri



Secret Garden'dan.
:)
Böyle güzel çeviriler yok değil.


Dilim benim. 
Türkçem ne güzelsin.
















3 Ocak 2012 Salı

İz





"Senden daha iyileri varmış, demek ki." dedi.
Güldüm.


...ama
önce hafızamın,
sonra kalbimin derinliklerine gitti.
İz yapar.








Gömülürüm Yüreğime



... ve ömür geçer.

Başka ne denilebilir ki? 
Gün doğdu, gün battı.
Defalarca. 
İçimde hiç bitmeyen "beklemek" hissi vardı. Bitti.
Hep bir şeylere endeksliyim. Önümüzdeki sınava, gelecek haftaki özel güne, tatil gününe, vs...
Planlar, programlar. 
Sırf bu yüzden yaşadığım "an"ı yaşayamıyorum.
Geçirdiğim günler ilerisi için hep araç oldu benim için, amaç değil.
Nasıl yaşanır, ben mi bilmiyorum?..

Ben neden böyleyim?
Neden? 
Neden daha fazlasıyım?
Zorlaştıran...






 “Fillerin ölümü muhteşemdir çocuk,
Çekilir ormanların derinliğine...
Nereye gittiğimi,
Neden bittiğimi sorma artık;
Gömülürüm belki kendi yüreğime...”









Hayat!!




Eşinizin sizi aldattığını gece atletinin ters olduğundan anlayabiliyorsunuz. 
Hayat ne garip.

Ya da



Sevdiğiniz adam, düğününüzde sizin belinize kurdele bağlayan insan olabiliyor. 
Sadece filmlerde olmuyormuş bazı şeyler. 

Eee "Yaşanılası dünya" mı dersiniz?..











1 Ocak 2012 Pazar

Üzgünüm




Personel Taste'i izlerken şöyle bir diyalog geçti;

A: Üzgünüm.
B: Üzgünüm? Üzgünüm, otobüste birinin ayağına bastığında söylenir.

İşte orada çakıldım, kaldım.
Aklıma geldi daha önce duyduğum "Üzgünüm" ve "özür dilerim"ler. Ne kadar da boştu ve bir çırpıda söylenecek kadar değersizdi. Önemsizdi, gerçekliğe sahip değildi. Bir kalbi incitmenin, parçalamanın bedelini ödemekte ne kadar da aciz: Üzgünüm. Dökülen gözyaşlarının bir damlasına bile değmeyecek kifayette. Harfler sanki "geçiyorduk da uğrayalım" diyerek bir araya gelmiş gibi. Soğuk ve zalim. Ne bir kalbi onarabilecek ne de yapılanları affettirecek güce sahip.

Üzgünüm,
ben de zamanında buna inandığım için.



Bundan başka bir şarkı gitmezdi;





Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...