13 Temmuz 2013 Cumartesi

Filmler Ve Kitaplaaaar Şimdi



Herkese merhaba.

Uzun bir yazı sizi bekliyor, tavsiyem şu müziği de açıp okumanız. 

Öncelikle unutmadan şunu paylaşayım. Yarın öğretmen adayları için alan sınavı var, bilenler bilir. Duymuşsunuzdur ya da.Nişanlım o sınava girecek işte, bol dualarınızı bekliyorum.

Ben de evde olduğum için tüm hafta boyunca kitaplar açısından çok verimli oldu benim için. Annem okuma dedikçe okuyasım geldi biraz da. :) Hatta yetmeyeceğini düşünerek D&R'nin indirimlerinden de faydalanarak sipariş vermiştim. Hala elime ulaşmadı ama kargo. Herhalde pazartesiye kaldı.

Gelelim devrilen kitaplarıma;

En son Haziran ayı sonunda Senden Önce Ben'de kalmıştım. Onun ardından keyifli olması için, artık biraz kafamı dağıtması adına birkaç seriye başlamayı düşündüm. Ve ilki Beni Seç oldu. 


Bir prens nasıl tavlanır?

İllea ülkesinde tüm genç kızlar doğdukları günden beri sınıf atlamanın peşinde. Paha biçilmez mücevherlere, göz alıcı elbiselere ancak bu şekilde sahip olabilecekler. Bunun için tek bir şansları var: Seçim. Kıyasıya bir mücadeleyle geçen seçimi kazanmanın tek yolu Prens Maxon'ı kendine aşık etmek.

Amerika içinse seçim, bir kabustan farksız. Bu yarışa girmeyi kabul ederse, kendisinden aşağı sınıftan olduğu için herkesten gizlediği aşkı Aspeni arkasında bırakmak zorunda kalacak. Öte yandan bu, ailesinin tek kurtuluş şansı.

Amerika saraya adım atar atmaz, kendini esrarengiz bir dünyanın içinde bulacak. Saray hiç de dışarıdan göründüğü gibi olmayacak.

''Açlık Oyunları ile The Bachelor arasında bir yerde duran bu roman öyle eğlenceli ki. Yazar, Amerika'nın gizli, ilk aşkının külleri sönerken Amerika ve Prens Maxon arasında gelişen kimyayı öyle ustaca kurmuş ki, okumaya doyamıyorsunuz.''
-Publishers Weekly-

''Kiera Cass'in ilk romanı Beni Seç, reality şov ve distopik bir peri masalının mükemmel sentezi.''
-Kiersten White, Paranormal-

Açlık Oyunları'nı okuyanlar bilir. Kurgu kısmen ona benziyor fakat saray ortamında geçiyor. Dili çok basit, sade ve kitap çok akıcı. Sanırım başladığım gün bitirmiştim, ikinci kitabına başlayabilmek için. Kapak özellikle çok cezbedici gelmişti bana. Merak uyandırıyor. Eğlenmek için okunabilir. Bir şey katmaz tabi ki. İçerikten daha fazla bahsetmek istemiyorum. 

Ve Elit'le devam ettim. 

Sarayda 6 kız... Savaş kızışıyor.

"Babamdan gelen mektubu ellerimde tuttum.
Aspen'in prenses olamayacağımdan emin oluşu aklıma geldi.
Halk oylamasında en sonuncu olduğumu hatırladım.
Maxon'ın haftanın ilk günlerinde verdiği şifreli sözü düşündüm...
Gözlerimi yumdum ve kendimi yokladım.
Bunu gerçekten yapabilir miydim?
Illéa'nın yeni prensesi olabilir miydim?"

Saraya 35 kız girmişti, şimdi 6 kız var.
Ve artık Elitler Prens Maxon'ın aşkını kazanmaya çok daha kararlı.
Zaman America'nın aleyhine işliyor. Biran önce karar vermeli.
Çocukluğundan beri birlikte gelecek hayalleri kurduğu Muhafız Aspen mi?
Yoksa nefes kesici romantizmiyle başını döndüren Prens Maxon mı?
Kimi seçerse seçsin, aklı diğerinde kalacak.
Ve Asi Kuzeyliler bu peri masalının mutlu sona
ulaşmaması için ellerinden geleni yapacak.


Yazar en heyecanlı kısımlarda bitirmiş, diğer kitaba başlamış. Sanki bilinçli yapılmış, kitap sayısını artırmak için uğraşılmış gibi. Artık yazarın mı yayımcıların mı parmağı var bunda bilemiyorum. Çünkü kitapların sayfa sayısı da az.

Elit'de de yine aynı şekilde sade bir dille entrikalar devam etti. 
Beğendim, keyifli zaman geçirmemi sağladı.

Bu şekilde düşünenler için tavsiye ediyorum. Bunu da diğer gün içinde bitirdim, uyumamak için direndim okuyabilmek için inanın. Elinden bırakamıyor insan. 

O arada yolculuk esnasında Aşka Şeytan Karışır'a başladım. 


Gençliğin verdiği cesaretle zor bir aşkın içine gözü kapalı giriverir Aslı. Toplum kurallarını, ahlakı, vicdanı, ayıbı bir kenara atarak, teyzesinin sevgilisi Ömer'e kaptırır kalbini. Sevgilisinin evli olması bile umrunda değildir ilk başlarda. Ama kıskançlık, sorgulamalar, hayaller ve hayal kırıklıklarının ardından çareyi kaçmakta bulur. Yıllar sonra, artık olgun bir kadın olduğunu sandığında, Ömer tekrar çıkar karşısına.
Çok akıcı bir üslup, çok iyi gözlem, çok doğru tespitler... Herkesin alacağı bir şeyler var kitaptan. Ve ileride torunlarınıza 2000'li yıllarda aşk ve arkadaşlık ilişkilerinin nasıl olduğunu göstermeniz açısından lüzumlu bir kitap.
-Pakize Suda-
Hande Altaylı'nın Aşka Şeytan Karışır adlı romanı kolay okunuyor ama ilişkiler dünyasının yutulması en zor "lokmaları"nı okuruna sunuyor.
-Haşmet Babaoğlu-
Bir kadının hayatta karşılaşabileceği birçok duygu ve yalnızlık var kitapta, yazar tarafından yeni tanımlanmış kavramlar da var. Sizin de ilginizi çekeceğini düşünüyorum.

-Ayşe Arman-

Zaten cep boyu idi. Hande Altaylı'nın kitabı diye aldım, bir de fiyatı uygun olduğu için. Tahmin ettiğim gibi zaten aşk, ilişkiler, ayrılıklar, arkadaşlıklar üzerine artık klişeleşmek üzere olan bir kurgu ile yazılmış. Ama yine merak uyandırıcıydı. Kahperengi kadar olmasa da. Ama ilişkilerde sığ bir şekilde (özellikle sırf cinsellikle) başlayan ve ardından derin bir aşk gelmesini anlayamıyorum. Neyse, daha fazla konuşmayayım içerik hakkında, okuyacaklar olabilir. Ama kitap basitti. Çerezlik diyebilirim.

Bundan sonra da Yine bir serinin ilk kitabı olan Obsidiyen'e başladım. :) 


Sıradan insanlar yoldan çıkmaz, en masumlar günahkâr olmaz, iyiler kötülük yapmazdı; eğer aşka şeytan karışmasaydı...

Her şeye yeniden başlamak çok berbat.

Annemle birlikte Batı Virginia'ya taşındığımızda, kendimi
sıkıcı işlere adamıştım, ta ki tüyler ürpertici yeşil gözleri ve
kaslı vücuduyla yan komşumuz karşımda dikilene kadar.
Ama işler tahmin ettiğiniz gibi gitmedi.

O, ağzını açtı.

Daemon hem kabaydı hem de kendini beğenmiş bir pislikti.
Birbirimizden hoşlanmamıştık. Tam hikâye burada bitiyordu
ki bir kazaya uğradım ve Daemon zamanı dondurarak beni
kurtardı.

Yakışıklı uzaylı komşum üzerimde bir iz bırakmıştı.

Yanlış okumadınız. O, bir uzaylı. Daemon ve kız kardeşinin
yeteneklerini çalmak isteyen düşmanları vardı ve Daemon'ın
bıraktığı iz bütün düşmanları başıma toplamıştı.

Bu korkunç durumdan canlı kurtulmak içinse tek yapmam
gereken üzerimdeki uzaylı izi etkisini yitirene kadar
Daemon'ın yanından ayrılmamaktı.

"Obsidiyen'e bayıldım. Romanı bir gecede bitirmeye, kendinizi
Daemon'a kaptırmaya ve serinin ikinci kitabı için sabırsızca
beklemeye hazır olun."
-Deborah Cooke, The Dragon Diaries-

"Daemon ve Katy, ateşle barut gibi. Her bölüm nefesinizi kesecek ve dahası için yalvaracaksınız."
-Jus Accardo, Touch-

"Armentrout'un yeni serisinin ilk kitabı başından sonuna hiç
azalmayan bir heyecanla akıp gidiyor."
-RT Book Reviews-


Alacakararanlık tarzında bir seri olduğunu söyleyebilirim. Yine sonlandırmalar en güzel yerinde yapılmış. Dili sade ve akıcı. Bir derinliği olmasa da mizahı güzel. Daemon hayranları çok biliyorum, zaten kapakta da bizim hayal etmemize müsade edilmemiş, hazır bir şekilde verilmiş ne yazık ki. Yakında filmi veya dizisi olur diye tahmin ediyorum. Merak edenler okusun, yine keyiflik bir kitap. Ama yine insan hem bitirmek için okuyor hem de bitmemesi için okumaya kıyamıyor. Anlayın artık. :)

Arkasından serinin 2. kitabı Oniks'i okudum. 




Daemon'la aramızda bir uzaylı bağı olmasının muhteşem olduğunu düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz.

Gerçi bu bağa rağmen ona direnmeye kararlıyım. Ama bunu yapmak hiç de kolay değil çünkü Daemon (kahretsin!) gittikçe gözüme daha da taş gibi görünüyor. Üstelik bu sefer Arumlardan çok daha büyük bir problemimiz var. Savunma Dairesi kasabada.

Eğer Daemon'ın yapabildiklerini keşfeder ve benim de onunla
bağım olduğunu anlarlarsa ikimizi de mahvedecekler. Bu arada okula yeni biri geldi ve herkesten gizlediği bir sırrı var. Bana neler olduğunu biliyor, yardım da edebilir ama bunun için (sanki mümkünmüş gibi) Daemon'a yalan söylemeli ve ondan uzak durmalıyım. Kimi kandırıyorum ben?!

Kimse sonsuza kadar yalan söyleyemez.

Ultra yakışıklı ve ultra odun Daemon Black geri döndü!
Lux serisi, Obsidiyen'den sonra 2012'nin en iyi genç yetişkin kitabı seçilen Oniks ile tam gaz devam ediyor. Daemon'a karşı koymanın imkânsız olduğunu artık siz de çok iyi biliyorsunuz...

Vampir Günlükleri'ni de çağrıştırdı bana bazı diyaloglar ve ilişkiler. Yine heyecanlıydı ve artık soru işaretleri azalmaya başladı ilişkiye dair. Neyse, yeter bakalım. ;)

Sırada Med-Cezir var Elif Şafak'ın. 

"... bir gün bir bilge, kendi türleriyle uçmayı reddeden iki ayrı cins kuşa rastlar yol kenarında. Hayli merak eder bu iki farklı yaratığın nasıl olup da kendi aileleriyle, ait oldukları yerlerde yaşamak istemediklerini, nasıl olup da bir 'yabancı'yı kendi kardeşlerine yeğlediklerini. Biri karga, biri leylek... O kadar farklıdır ki kuşlar, ihtimal veremez birbirlerini sevdiklerine, türdeşleriyle değil de birbirleriyle uçmayı yeğlediklerine. Öyle ya, karga dediğin kargalarla uçmalıdır, leylek dediğinse leyleklerle. Yaklaşır ve merakla inceler kuşları. Ta ki her ikisinin de topal olduğunu keşfedinceye kadar. O zaman anlar ki, birlikte kaçar, birlikte uçar, beraber yaşamaları beklenenlerin yanında tutunamayanlar."

"Med-Cezir başlığı altında yazılarını toplamış Elif Şafak. (...) Dergilerde, gazetelerde yayımlanmış yazılar. Tarihsiz, çoğu kez de tarifsiz. Kendini de benzettiği, kökleri havada Tuba Ağacı gibi metinler. Böyle de olması gerek. Metin tek başına boşlukta duruyorsa duruyordur zaten. Durmuyorsa hiç durmasın zaten. Tarihsiz durabiliyorsa tarif edebilir kendini metin."
-Ece Temelkuran-

"Elif Şafak'ı yalnız romanlarından tanıyanlara, kafalarındaki fotoğrafın eksik karelerini tamamlamak için Med-Cezir'deki yazıları okumalarını salık veririm. Burada kanlı canlı, öfkesiyle, inadıyla, kırılganlığıyla, tutkularıyla velhasıl renginin bütün tonlarıyla Elif Şafak var."
-Ali Çolak-

Üniversitede Elif Şafak hastasıydım. Özlemişim. Sadece bunu diyebilirim. Bir soğuma dönemi geçirsem de yazara karşı, kendinden daha çok şey veren bu yazılarında ona hak verdim bazı konularda. Yazarlar, karakterlerini anlatırken illa ki kendinden bahsetmek zorunda değil. Maalesef biz, okurken karakterlerde hep yazardan bir şeyler arıyoruz. Mutlaka vardır ama biz genellikle tamamen özdeşleştirdiğimiz için yazar hakkında bazen yanılgılara düşebiliyoruz. En basiti bu konuda. Ben de sanırım bazı ayrıntılarda öyle yapmışım. Ama İskender adlı romanında kapakta kendi resmini erkek şeklinde koymasını hala sindirebilmiş değilim. Medyatik olmak için yazarlar bu gibi hatalara düşmemeli derim ben. Çok sevsem de. Neyse, kitap yazarın zamanında yazdığı ve bazılarını gazetede yayınladığı yazılardan oluşmaktadır. Yine dili harika, benzetmeler çekici. Onun gibi kelimeleri dans ettiren yazarımız az maalesef. Özellikle kadın. Hele ki kadınlar söz konusu olunca engin bir deniz. Çok iyi gözlemci vesselam.

Arkasından da yine bu sıralar çok satılan Cehennem Çiçeği'ni okudum. 

"Bilirsiniz, insanlar doğar, ölür ve sonra büyür."

Dünyanın en küçük dedektifi geri döndü.

Alper Kamu 9 yıl sonra, hâlâ 5 yaşında.

Alper Canıgüz'ün eşsiz kahramanı Alper Kamu'yla birlikte
her türlü şiddetin hüküm sürdüğü bir atmosferde, kırık hayatların, küllenmiş aşkların ve daha nice esrarın peşinde kara mizahla yüklü yeni bir yolculuğa çıkıyoruz.

Kahramanımız, bu kez bir çocuğun ölümü ve eski bir aşk hikayesinin ardındaki gerçekleri ortaya çıkarmak için uğraşırken, "İnsanlığa dair kavrayışımızı biraz daha ileri götürmeyecekse bir cinayeti çözmenin ne anlamı var ki?"
diyen bir dedektife yakışacak şekilde, adalet kavramımızı sorguluyor.

Alper Kamu Cehennem Çiçeği; ilk üç romanıyla edebiyatımızda kendine özgü ayrıcalıklı bir yer edinen Alper Canıgüz'den kahkaha ve gözyaşının iç içe geçtiği büyülü bir serüven. 

Yazarın Oğulllar ve Rencide Ruhlar adlı kitabından sonra çitayı biraz daha yükselttiğini düşünenler var. Bilmiyorum, o kitabını okumadım. Ve kitap bana saçma geldi başta. Çocuk karakter ve her ne hikmetse çocuk gibi değil. Normal adamdan bin kat daha cin fikir. Sanırım bu da Murat Menteş'in Ruhi Mücerret'ini anımsattı. Orada 100 yaşında bir dede iş başında iken burada çocuk olayların içindeydi. Ha eğlenceli mi? Eğlenceli. Kahkaha attım mı? Atmadım. Güldüm mü? Güldüm. Keyif aldım mı? Aldım. Yeterli sanırım. Ahmet Ümit'in biraz da mizahi şeklini istiyorsanız mutlaka okuyun. :D

Veeee... 
Son olarak elimde halen okuduğum Kitap Hırsızı var. 

Hiç Kimse Sıradan Değildir'in yazarı Markus Zusak'tan tüm dünyada büyük yankı uyandıran sıra dışı bir roman.
Kitap Hırsızı

"Yılın en çok beklenen kitabı. Olağanüstü... gerçekten muhteşem!"
-Publishers Weekly-

"Merak uyandıran, hayat dolu ve son derece ustalıkla yazılmış, nefes kesen bir roman; aynı zamanda harikulade ve sürükleyici."
-The Guardian-

Ödüllü yazar Markus Zusak'ın akıllara kazınacak kadar etkileyici ve şiirsel bir dille yazdığı bu roman, okuyucuya sunulan benzersiz bir hediye gibi...

"Hayatınızı böylesine derinden etkileyen başka bir kitaba daha rastlamamışsınızdır. Muhteşem!"
-GoodReads-

"Bu unutulmaz hikâye kalbinizi çalacak!"
-The New York Times-

"Güzel, felsefi bir yanı da bulunan sürükleyici bir roman...
Herkes okumalı!"
-Kirkus Reviews-

"Markus Zusak, zorlu bir konuyu ustalıkla anlatarak gerçek bir başarı yakalamış. Olağanüstü... Tek kelimeyle harika bir kitap."
-The Wall Street Journal-




Hitler Almanya'sından ve savaş zamanından kalma hüzünlü bir hikaye. Sıkıntılar içinde ama küçük mutluluklarla yetinen küçük bir kitap hırsızı. Hem kitap sevgisine dair güzel bir kitap. Ve dili mi? Çok hoş. Sanki Amelie filmini izler gibi. Hafif ama derinden etkiliyor. Şimdilik bu kadar yorum yeter. Okuyun derim. Hala bitmese de...



Kitaplarım bu kadar. Yaklaşık 10 gün üçünde okudum tüm bu kitapları.

Gelelim filme. En son hayranı olduğum Audrey Tautou'nun başrollerinde oynadığı 2004 yapım Amerikan ve Fransız filmi.

1. Dünya Savaşı sonrası nişanlısını bulmaya çalışan bir Fransız kadının mücadelesi. Bazı sahneler Amelie gibi ama teması daha güçlü ve çaresizlik baskın bir duygu. Kurgusu güzel filmin ama ben tam içine giremedim. Bilmiyorum neden ama sanırım benden kaynaklanıyor.

Totem yaptığı sahneler hoşuma gitti. 

Onun dışında savaşın zorlukları, çirkinlikleri ve insanları ne hale getirdiği güzel bir şekilde vurgulanmış. İzlenebilir. Benim puanım 7.









Ve bir de Black Mirror diye bir diziye başladım. Dizi desem dizi değil, film desem film değil. Zaten 2 sezon toplam. Üçer bölümden 6 bölüm.  
2012 İngiltere yapımı. Şaşırtıcı.
Dehşet bir şey yaa. Anlatamam, izlemeniz lazım. Neden daha önce izlememişim dedim kendi kendime.
Şöyle ki, her bölüm birbirinden farklı konularda. Yani bağımsız. Hatta farklı yönetmen ve oyuncular tarafından çekilmiş. 
Şu an piyasada olan dizilere bin basar. Çekimlerini geçiyorum, alttan alta vermek istediği konular muhteşem. Özellikle teknolojinin hayatımızı ne denli etkilediği hatta ne kadar kapladığı üzerine. Oturulsa üzerinde saatlerce analiz yapılabilecek mevzular içeriyor. 
Hala şaşkınım, aklıma geldikçe. Tabi bazı filmlerden de esintiler var. Birinde Testere, diğerinde de Ada filmine dair benzerlikler buldum. Mutlaka izleyin. Tavsiye!
Sonra pişman olursunuz. Hatta karışık bile izleseniz olur.

Hayırlı Ramazanlar...





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Her fikir değerlidir.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...